KALBİ SÖKÜLEN BİR KENTİN ARDINDAN… / DEMET EŞMEKAYA SELÇUK
Yolumun, Tersakan Sanat ekibi ile kesişmesinden bu yana (altı yıldır), grubun kurucularından Hasan Hüseyin Gündüzalp ve Bülent Gökgöl için her yıl düzenlenen anma etkinlerine katılmak istedim. Ne kadar istediysem de, her defasında çeşitli nedenlerden dolayı bu etkinliklere katılamadım.. Sanırım kasım ayı gibi, Hasan Hüseyin Gündüzalp ve Bülent Gökgöl için şubat ayında planlanan anma etkinliğinin, sevgili Gülşen Filazoğlu Çokluk’un öncülüğünde Hatay Psikologlar Derneği işbirliği ile Hatay’da yapılması gündeme geldi. Konu, Tersakan Sanat Dergi grubunda enine boyuna konuşuldu. Deprem sürecinde Hatay’a gitmeyi, bir kişiye de olsa dokunabilmeyi, yardımcı olabilmeyi çok istemiştim ama olmadı. Sanırım yüzleşmekten korktum, koşullarımı zorlayıp bir şekilde gidebilirdim ama yapamadım. Şimdi etkinliğin Hatay’da olacak olması beni hem çok heyecanlandırdı, hem de çok sevindirdi.
Etkinik tarihi 15 Şubat olarak belirlendi. Bir ay öncesinden gidiş- dönüş planımı netleştirdim, biletlerimi aldım. Bir gece kalmalı gideceğim için otobüs ile Hatay’a gidip, geri dönmek; hem yorucu hem de verimsiz olacaktı benim için. Uçak ile Adana’ya gidip oradan Hatay’a gidecek arkadaşlarla geçmenin uygun olacağına karar verdik hep birlikte. Dönüşte de yine gruptan birisi beni havaalanına bırakacaktı. Sağ olsun Baran Arslan üstlendi karşılama ve bırakma işlerini.
Sabahın köründe çıktım Ankara’dan, erken saatte Adana, oradan Hatay’a doğru hareket. Ve şehrin girişinde dumur olma hali. Güllük gülüstanlık başlayan yolculuğun Hatay’a girer girmez renk değiştirmesi… İnanılır gibi değildi, şehrin girişinde refüjlerde gördüğümüz çimenlerin renginin gri olmasına takıldım ilk başta. Ağaçlar gri, çimenler gri, arabanın camı kapalı olduğu halde insanın genzini yakan bir toz bulutu. Şehir merkezi yok, tarihi dokusuyla gözlerimizin bayram ettiği eski Antakya yok, öncesinde ruhumu teslim ederek ayrıldığım pek çok yer yok olmuş. Antakya ile bütünleşmiş, Antakya’nın kalbi uzun çarşı yerle bir olmuş, kalbi sökülmüş bir kente tanıklık ediyoruz her bir adımda. Daha önce geldiğim zamanlarda gözümü ayırmadan baktığım kente, şimdi bakmaktan korkma hali…
Hatay’a ilk 1999 senesinde gitmiştim, kadim dostum Banu Kula öğretmen olarak atanmıştı oraya. Hem Banu’yu ziyaret, hem bu vesile ile görmediğim bir şehri görmüş olacaktım. Otobüs Ankara’dan hareket eder etmez muavin iyi yolculuklar dileyip, yolculuk boyunca kimsenin ayakkabısını çıkartmaması anonsunu etti. Anonsa bir anlam veremedim ama üzerinde de durmadım. Sonrasında muavinin “Su verilecektir, koltuğunuzu dik duruma getirin.” gibi sürekli talimat içeren anonslarına güldüm durdum.
Hatay ilk gördüğümde sözcüğün tam anlamıyla beni büyülemişti. Ankara’da nadiren gördüğüm çok lüks otomobiller, kolları boyunları altınlarla dolu çok güzel alımlı kadınlar, insana parmağını yedirecek kadar lezzetli çeşit çeşit mezeler, yemekler… Kaldığım birkaç gün süre içinde en çok dikkatimi çeken şeylerden birisi de esnafın ehli keyf hali idi. Sabah erken açık bir yer yok, öğleden sonra bir saatten sonra açık bir yer yok, dolmuştur taksidir belli saatten sonra bulamıyorsun. Şaşırmıştım, sinekten yağ çıkartmaya çalışan bir şehirden gidince esnaf fazla tok gözlü gelmişti bana. Harbiye’ye gitmiştik, envai çeşit meze ve yiyecekle donattırdık masayı. İki kadın olmamıza karşın en küçük bir rahatsızlık duymadan yedik, içtik, eğlendik. Bu da o günkü koşullarda ilginç gelmişti bana. Küçük bir şehirde, gece alkollü bir mekanda en ufak bir arsızlığa, rahatsızlığa maruz kalmamak gerçekten çok güzeldi. Çok komik bir hesap ödediğimizi de anımsıyorum, sürekli Banu’ya bedava yaşıyorsunuz gibi cümleler kurduğumu da.
Şehri ortasından ikiye bölen Asi nehri çok görkemliydi o zaman. Bayılmıştım şehrin tam ortasından akan bu Asi nehre. Lübnan’dan çıkıp Samandağı’ndan Akdeniz’e dökülen nehrin, tüm nehirler kuzeyden güneye akarken, güneyden kuzeye aktığı için adının Arapça’da muhalif, ters anlamına gelen ‘asi’ olduğunu öğrenmiştim. Banu, hristiyan komşusuyla Paskalya Bayramı’nda yumurta boyadıklarını, dini bayramlarda birbirlerini ziyaret ettiklerini, herkesin birbirine saygılı olduğunu anlatmıştı. İç Anadolu’da doğup büyüyen, sonrasında Ankara’da yaşayan birisi olarak farklı dinler, adetler, bayramlar, farklı kültürlerin etkileşimi hepsi bana ilginç ve güzel gelmişti. Bazı kentlerle hiç adını koyamadığınız, kendi içinizde de anlamlandıramadığınız bağlar kurarsınız. Hatay benim için böyle bir kent oldu. Sonrasında da iki kez daha gittim Hatay’a, bol bol gezdim, şehrin özgür havasını, kadim kültürünü iliklerime kadar duyumsadım her defasında. Depremden önce son gidişimde, “Ömrümün sonuna kadar Vakıflı Köyü’nde yaşayabilirim.” diyerek ayrıldım şehirden. 6 Şubat Depremine, depremin uzakta olan bizlere neler yaşattığına, neler düşündürdüğüne girmeyeceğim. Bu konuya girmeyi öncesinde de çok doğru, yerinde bulmuyordum ama depremden iki yıl sonra görünce Hatay’ı bizim duyduklarımızın, ekranlardan gördüklerimizin ne kadar çabalarsak çabalayalım, yaşananları anlamamızda küçücük kapılar bile aralayamayacağını anladım. Depremden iki yıl sonra girdiğim şehrin hala moloz yığınları ile kaplı olması, dokunsanız yıkılacak gibi duran onlarca binanın hala büyük bir tehlike teşkil ederek boy göstermesi, adım başı gördüğümüz konteyner kentler, konteyner bankalar, okullar, her ne kadar şehrini terk etmeyip dirense de, gözüne baktığınız her kişinin acıya batmış hali…
Etkinlik böyle bir atmosferde başladı. Hatay Psikologlar Derneği’nden çok kişi konuştu. Depremi, sonrasını pek çok açıdan ele aldı konuşmacılar. Tersakan Sanat Grubu’nun şiir okuyacağını, müzik grubunun müzik ile etkinliği destekleyeceğini duyan pek çok kişi geldi. Onlar için küçücük de olsa sanata edebiyata dair bir şey yapıyor olmanın sevincini yaşadık hep birlikte. Tersakan Sanat’tan Sadık Çil, zaman zaman yutkunmakta zorlanarak arkadaşlarını anlattı bize fotoğraflar eşliğinde… Hasan Hüseyin Gündüzalp ve Bülent Gökgöl’ün şiirlerini, Sevin Bakay, Özlem Gece Erarslan, Sadık Çil, Baran Arslan, Selahattin Avcı, Özgür Çakabay ve Demet Eşmekaya Selçuk okudular. Sonrasında Tersakan Sanat Müzik Grubu üyeleri, Işıl Işık, Güven Özerkan ve Erhan Meriç çok güzel şarkılar türküler söyleyerek salondakilerin ruhunu besledi. Etkinlik sonrası Hatay Psikologlar Derneği, Tersakan Sanat Grubu adına Nuray Cihan Gündüzalp’e günün anlam ve önemine istinaden bir plaket sundu.
Bizi sevgili Sadık Çil’in ailesi konuk etti, portakal limon ağaçlarının ortasında bir ev. Depremde onların evi de yıkılmış, yakın çevrelerinden çok kayıpları var. Baba deprem günlerini anlatırken o kadar acı çekiyor ki, gözümüzü kaçırıyoruz farkında olmadan. 6 Şubat’ta yıkılmayan pek çok yerin de 20 Şubat depremi ile yok olduğunu öğreniyoruz birbirinden lezzetli yöresel yiyeceklerin olduğu kahvaltı sofrasında. Arayı çok açmadan tekrar geleceğim diyerek ayrılıyorum kentten, arkamda kocaman bir toz bulutu bırakarak…
"KALBİ SÖKÜLEN BİR KENTİN ARDINDAN… / DEMET EŞMEKAYA SELÇUK" hakkında bir yorum
😥😥😥😥