SUSADIĞIMIZ BİR YOL ÜSTÜNDE SÖYLENMİŞTİR – 2 /A. İBRAHİM
Kuşları çağıracak bir gökyüzü yok artık; her şey iki işaretine bakardı aslında, çiçekler de öyle.
Dokunduğun çiçekler de soluyor; sen yoksun diye. Gökyüzü de öyle. Çağırdığın kuşlar, sesin yok diye gelemeyecekler.
Yaşayan biri olarak bu işe ben bakıyorum şimdilik. Kim bilir, birileri gelir, işin ucundan tutar, bıraktığımız yerden devam eder. Söz yaşayan bir şey midir? Onu da bilmiyorum. Ama dünyanın bütün hikâyeleri “Anne ben geldim” ile başlamalı.
Yürüdüğümüz uzak yollar, sığınağımızdı oysa. Yollar ki insanı iyileştiren bir şeydi o zamanlar. Gidilecek yol da bitti anlayacağın.
Biz sözü uzattıkça olmayan bir yol her şeyi anlamsız yapıyor. Gidilecek bir sığınaktı söz, bütün yollar bir derviş selamına çıkardı.
Artık bir uçurumdan ibaretiz. Oysa o bilge savaşçının sözü yankılanıp duruyor içimde. “Uçurumun sesini dinliyorum” diyen o kadının. Artık yol da yok, uçurum diye bildiğim bir şarkı çalsın istiyorum plaklarda.
Yol bitti mi gerçekten. Üstelik plakların da zamanı geçti. Zamansız bir şeyi söylüyorum ya da zamanın çaresiz kaldığı şeyler mi demek lazım bilemedim. Yaralarımızı yalayarak iyileştirme uğraşı diyelim buna. Neye sayarsan say işte.
Şu günlerde Ahmet Erhan dinliyorum. “Anne ben geldim – yoruldum artık kendime rastlamaktan.” Niyeyse başkalarının söylemeyi beceremediği bir utangaçlık benimkisi. Sanki şu ömür; insanın kendisine rastlamasından ibaret, biraz da kendisinden bıkmasından.
“Anne ben geldim.”