DEVRAN KAYA’NIN “ANNEMİN KASETLERİ” ADLI ROMANI ÜZERİNE BİR İNCELEME / SAMLE ÇAĞLA
Genç yazar Devran Kaya’nın “Annemin Kasetleri” adlı romanı Everest Yayınlarından Temmuz 2023’te okurun karşısına çıkmış. Yayımlanışı üzerinden henüz beş ay bile geçmeden birinci ve ikinci basımları tükenmiş, üçüncü basıma hazırlanan 128 sayfalık bu kitap ilk okuyuşta kendini pek de ele vermiyor. Zira yazarın romandaki olaylara bakış açısının nerede gerçek, nerede kurgu olduğu konusunda okur ikileme düşürüyor. Zaman zaman gerçekçi, zaman zaman düşsel, hatta masalsı ögelerle bezenmiş lirik bir metnin, hızlı okunacağı düşünülür belki ama yazarın, en basit bir cümleyi bile metaforlar ya da felsefi argümanlarla doldurması göz önüne alınırsa her türlü genelleme yaya kalıyor bu durumda.
Kitabın tanıtım bülteninde roman hakkında şunlar yazıyor: “Erkeklerin ve çocukların canına kasteden bir lanetin gölgesinde, sadece kadınların hayatta kaldığı bir köyde, mucizevi bir şekilde hayata tutunan iki çocuğun hikâyesi bu: Yedi yaşındaki ikizler Bayram ve Seyran, anneleri Zêre’nin bir teyp ve kasetlerle yarattığı ritüellerle Tabaa’nın lanetine direnirken, kadınlar köyünün her bir sakini geçmişiyle yüzleşir ve bütün oyun ortada gibi görünse de suçluluk ile masumiyetin kimde kalacağı belli değildir.”
Kitabın kısa özeti şöyle:
Belirsiz bir tarihte ve belirsiz bir köyde, köyün ileri gelenlerinden biri olan Bedri Ağa Hac yolculuğuna çıkar. Konağın işlerini çekip çevirmesi için de sadık çalışanı Gulam Ali’yi görevlendirir. Gulam Ali oldukça hamarat bir kişidir: Konağın her işine koşturur, atların bakımını yapar. Oldukça da mütevazı bir kişiliktir o, azla yetinmeyi bilir, dolayısıyla ahırın bir köşesinde kulübemsi bir yüklükte yatıp kalkmaktan da memnundur. Gulam Ali gösterişsiz bir hayat süren, içine kapanık bir karakterdir. Uhrevi bir dünyada yaşar gibidir. Bu haliyle de yazarın “derviş” tiplemesine cuk oturur.
Günlerden bir gün konağın hanımı, kocası Bedri Ağa’nın en sevdiği yemeği yapıp Ali’ye ikram eder, kocasının burada olmayışına hayıflanır. Hanım Ağa, Gulam Ali’yle yemeği yedikten sonra Bedri Ağa’yı hayırla yad etmesini ister.. Bu olaydan sonra Ali’den bir daha haber alınamaz. Bu köyde, hatta çevre köylerde de yaşanan kimi olumsuz durumların (örneğin bir kızın kaçması) Ali’yle ilgili olduğu söylentileri yayılır kulaktan kulağa. Yazar da Gulam Ali’nin kaybolması olayını Bedri Ağa’yı aramasına yorar. (En azından okura böyle hissettirir.)
Nihayet Ağa köye döner ama ahali, üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi bir uyuşukluk, bir sessizlik içindedir. Şenliklerle karşılanacağını hayal eden Bedri Ağa köylünün şaşkınlığına ve ilgisizliğine bir anlam veremez ama yazar, başarılı hissettirişlerle bu durumun sebebinin iki yıldır kayıp olan Gulam Ali’nin, Ağa’yla birlikte köye dönmesine bağlar..
Daha sonra meseleyi anlayan Bedri Ağa, yüreğinin sesini dinleyerek kendisini bulan Gulam Ali’nin artık ermiş bir kişi olduğunu söyler ahaliye. Derken köyde ölümler baş gösterir, ahali köyün lanetlendiğine inanır.
Tabaa Laneti”ne inanılan köyde otuza yakın evden yalnızca sekizinde insanlar yaşamaktadır. Köyün geri kalanı, kapılarına kilit vurup köyü terk eder.
Köydeki çocuklar, ya annelerin karnındayken ya da doğduktan kısa bir süre sonra hastalanıp ölür. Sadece Zere’ nin ikiz çocukları bu lanete direnir. Hikâyenin başkahramanı Zere Kadın, ikiz erkek çocukları Seyran ile Bayram’ı, çeşitli ritüel ve eylemlerle -kaset, teyp, zikir- hayatta tutmaya, Tabaa lanetinden onları korumaya çalışır. Olaylar geliştikçe herkes günahlarıyla yüzleşme ihtiyacı duyar. Gün geçtikçe lanete daha da fazla inanıp köyü terk etmeye niyetlenen kimi erkekler, karılarını da kendileriyle birlikte gelmeye ikna edemeyince köyden yalnız başlarına ayrılırlar. Kehanete inat, yaşamı var edenlerin kendileri olduğunu göstermek isteyen bir avuç kadının köyü terk etmeyerek günahlarıyla baş başa kaldığı, masalsı ve folklorik unsurlarla oya gibi işlenmiş hikâyelerle dolu hayatlar anlatılıyor romanda.
*
Romanda masalsı ritüeller, kimi batıl inançların zenginliği, kabul etmek gerekir ki metne özgün bir hava katıyor. Hatta yazar, bu olumlu-olumsuz gelenekler, ayinler, flu ortamlarla; iyilerin hep iyi, kötülerin hep kötü gösterildiği, alışılagelmiş siyah-beyaz masalsı üsluptan ara renkler denizine yelken açıyor. Bu metaforlardan hareketle yazar, kahramanlarına salık verdiği -bir “üçüncü yol” da diyebileceğimiz- görece daha mutedil davranışlar ve çok alternatifli yaşam biçimlerini gündelik hayata yansıtıyor. Böylece, karakterlerinin beklenmedik davranışlarını romanın bildirisi olarak imliyor. (Örneğin, babasının tecavüzüne uğrayan Meryem’in, onu affetmesi çok da alışıldık bir davranış değil.)
Romanda farklı kahramanların değişik maceralarından oluşan çok sesli bir orkestra bütünlüğünden de söz etmek mümkün. Zira yazarın her fırsatta kullandığı alt katman öyküler, metinde verilmek istenen mesajla doğrudan ilgili.
Batı romanı 2.Dünya Savaşı’ndan sonra “nesne odaklı roman”a evrildi ve bizde de nesneyi romanın omurgasına oturtan birçok roman ve öykü yazıldı: “Pembe İncili Kaftan, Bomba / Ömer Seyfettin”, “Sarnıç, Semaver / Sait Faik Abasıyanık”, “Tırpan / Fakir Baykurt”; “Konak, Kapı, Kilit, Anahtar / Mustafa Necati Sepetçioğlu”, “Beyaz Kale / Orhan Pamuk, Babamın Bağlaması / Kemal Varol”… v.s.
İşlevsel nesnelerin oluşturduğu kompozisyon demek olan “nesnelerin birliği”, “Annemin Kasetleri” romanında “teyp, kaset, huzurlu bir oda, ayna, aşk ağacı…” gibi göstergelerle romanın köşe taşları olarak yerini alıyor. Nesneden hareketle insan ilişkileri üzerine kurgular yapıyor Devran Kaya. Bunu da yazarın, bilinçli bir tercih olarak yaptığını düşünüyoruz. Zira, kitabın arka kapağında da söz edildiği gibi, öz yaşam öyküsünde geçen kimi sahnelerden yazarın ilham alması gayet doğal.
Kitabın bildirisi sayılabilecek birçok özlü cümle var romanda. Örneğin, Meryem bir yerde şöyle bir söz söyler: “İnsan yalnız inandıklarından değil, inkâr ettiklerinden de ibarettir.”
Yazar, yiğit Anadolu kadının her güçlüğü yenebileceğini savlar gibi, romanda geçen malum lanetin şerrinden erkeklerin köyü terk edip kaçmalarına rağmen kadınların yurtlarını terk etmemesi durumuyla da toplumsal mesaj veriyor.
Romanda dikkatimizi çeken konulardan biri de metnin, klasik öykülemeden ziyade, sinematografik bir bakış açısıyla, “gösterme” tekniğiyle kaleme alınmış olması. Bu da kabul etmek gerekir ki roman ve anlatmaya dayalı diğer türlerde eser veren usta yazarların bile güçlükle kotardığı bir yöntemdir. Devran Kaya gibi genç bir yazarın, daha ilk kitabında bunu başarması takdir edilesi bir durum. Bu cümleden olarak, bu romanda sinema tekniğinin oldukça başarılı kullanılması, kitabın ileride sinema filmine çekilmesini kolaylaştıracakmış gibi görünüyor.
Devran Kaya, romanını oluştururken adeta bir şema çiziyor; ritüellerin ve batıl inançların yaşanacağı köyü anlatmadan önce, okura o köydeki yatırın hikâyesini sunuyor. İlk bakışta romanın, yöresel efsanelere yaslanacağını düşünen okuru, hikâyeyi anlatırken doğal bir ortamın içine sürüklüyor Devran Kaya. Bu da bir romancının asli görevinin ne olduğunu bilmesiyle açıklanacak bir durum. Başarılı romancı odur ki anlatmaz gösterir.
Şemanın ikinci ayağı: Yazarın, romandaki kahramanları okura tek tek tanıtması. Bireyler tek tek ele alınınca, metne psikolojik gerçekliği olan birçok insanı doldurmak da kolaylaşıyor tabii. Bu öznelerin her biri metin boyunca kendi özel yaşamları, sorunları ve günahlarıyla boğuşuyor; Zére gibi, Cemile gibi, Nilüfer gibi, Reyhan gibi…
Yazar, günahlarıyla baş başa kalan kadın roman kahramanlarına psikolojik bir yoğunluk ve etkili bir inandırıcılık kazandırmak için bütün ustalığını ortaya koyuyor. Bir erkek yazarın roman kahramanlarının tümünün (çocuk Bayram hariç) kadın olması ve kadınların iç dünyalarını oldukça iyi anlatması şaşılası bir durum.
Yazarın hareketli betimlemeleri de oldukça başarılı. Anlatıcı, Münevver Hanım’ın kasetçi dükkânına gelen Zére’yi şöyle anlatıyor örneğin:
“O gün, birden sandalyeye çöküp gözyaşlarına boğulan Zere’yi, bir bardak su getirdikten sonra bileklerine sürdüğü kara gül kolonyasıyla zor bela sakinleştirmişti Münevver Hanım. (S. 43)
Başka bir örnekte: “Önce Halime Teyze’yi banyoya taşımış, yıkamaya girişmişlerdi. İşleri bitince üzerine döktükleri sudan bir tas alarak cam bir kavanoza koymuşlardı. Sonra Halime Teyze’yi odaya getirip kefenlemek için sedirin altındaki kumaşı çıkarmışlardı. Cemile’nin camiden getirdiği tabutla içeri girdiğini görünce de Halime Teyze’yi özenle içine yerleştirip Hacı Ali Tepesi’nin mezarlığına yol almışlardı.” (S. 53)
Romanda yer yer benzetmeler de kullanıyor yazar: “Cemile, yıllardır bir yangındaymış gibi debelenerek can çekişen ruhunun ilk kez huzurla dolduğunu hissetti.” (S. 84)
“Avlu kapısında boş beşiği görünce, zamanın ters çevrilmiş bir kum saati gibi aleyhine işlemeye başladığını anladı.” (S. 91)
Romanın başarılı yanlarından biri de heyecanı, korkuyu ve buna bağlı olarak gerilimi tırmandırışıdır. Örn. “Ciğerlerinden göğsüne, oradan da genzine yükselen bir telaşla, anahtarı kapı deliğine sokmaya çalıştı. Ensesinde görünmez soğuk bir el dolaşıyormuşçasına ürpererek sonunda kapıyı açtı, içeri girdi” (S.83)
Romanda, kahramanların aynı eğitimden geçmiş gibi dillerinin ayniliğine rağmen, öyle aman aman bir hata ya da sırıtan bir diyalog da yok. Böylesine sınırlı bir coğrafyada ve köy gibi görece dar bir mekânda geçen hikâyede, esasında, roman sanatı bakımından bir “handikap” olan “karakterlerin benzer davranış özellikleri göstermesi” tuzağına düşmüyor yazar.
Günümüz genç okurlarının, daha çok kentte geçen hikâye ve romanlara meylettiği bir gerçek. Genç bir yazar olarak Devran Kaya’nın “okunmama” riskini göze alarak köyde geçen bir roman kaleme alması büyük cesaret. Bunun üç sebebi olabilir: Ya bu hikâye yazarın özel hayatına ilişkin bir hikâyedir ya da onun çok iyi bildiği bir konudur veya Devran Kaya’nın, kendine güvenen bir yazar olarak bir romanda önemli olanın konu değil; üslup olduğunu kanıtlama çabasıdır.
Henüz ilk yapıtı olmasına rağmen bu kitap bize, yazarın roman sanatıyla meselesi olan romanlar yazacağını müjdeliyor.
“Annemin Kasetleri” nde bunca sorunlu ve sıra dışı karakteri bir araya getiren Devran Kaya’nın küçümsenemeyecek bir başarıya imza attığını söyleyebiliriz.
2 thoughts on “DEVRAN KAYA’NIN “ANNEMİN KASETLERİ” ADLI ROMANI ÜZERİNE BİR İNCELEME / SAMLE ÇAĞLA”
Değerli Samle Öğretmen gün geçtikçe birbirinden nitelikli incelemelere imza atıyor. Anlaşılan Türk edebiyatına cevval bir eleştirmen geliyor. Kutluyorum.
Romanı Ayrıntılı ve titiz değerlendirmeniz ve içeriğe ilişkin dışsal bağlantılar oldukça ilgi çekici. Emeğinize sağlık Samle hanım