323 NUMARALI SALONA GİDER / SELAHATTİN AVCI
Önümdeki sıranın ayaklarında boşluklar var. Silginin kâğıttaki ileri geri hareketleriyle sınıfın içine ara sıra bir tıkırtı dağılıyor. Kalemini soru kitapçığında hızlı hızlı kullanması, yüzünü göremesem de bir yerlere yetişme telaşında olduğu elindeki kalemden anlaşılıyor. Hemen yan sıramdakinin de burnu kıpkırmızı. Mendil paketinde kullanılmış iki mendili var, burnuna sürte sürte mendilin pek hayrı kalmamış. Başka mendil de yok. Bir dakika arayla sınıfa dağılan burun çekmeler. Tişörtünün iç kısmını kullansan rahat edersin, demek istiyorum ama sınavdayız. Burnu kopup yere düşse o vakit yokluğuna da alışmalıyız. Soru kitapçığıma öylesine bakarken etrafı da kolaçan etmem, olası bir durum. Bazen öyle oluyor, baktığım yerin dışında dolaşıyor gözlerim.
Saatte, son otuz dakikamız. Hesaba oturuyorum. İki saat on beş dakikadır önümdeki sorulara hiç dokunmadım. İsmimi yazmadım. Hiçbir cevabı yuvarlak içine almadım. İstediğim sorudan başlayabilseydim, dakikaların arasından sorular bana bön bön bakmazdı. Dijital saatte rakamlar değişedursun. Kâğıdı verip hemen çıkabilirim. O kadar beklediğim için çıkmak da istemiyorum. Yüz otuz beş dakika bekle, yarım saat kala çık, pışşık olacak iş mi, gözetmeni düşünüyorum, sınav bittiğinde ben binanın dışındayken o da içeride, dijital saati almaya geldiklerinde bekliyor olacak mı? Salon başkanıyla dışarıda olmamız hangimize iyi gelecek? Soruları cevaplamamakla direnen bana n’olacak, saatlerin toplanmasıyla binanın dışında, gözetmenimle eşitlenmiş mi olacağım? Yüz otuz beş dakika, sayının kendisi kadar burnunu çeken n’apacak okulun lavabosunda foşurdatarak burnunu temizleyecektir elbette. Dışarıya çıktığında içerideki burnundan kurtulmuş olacak, yükünü şimdilik atamasın bakalım, sınavın bitmesine daha yarım saat var, içeriye geri girelim. Pencerenin demir korkuluğunda iki serçe sürekli yer değiştirip duruyor. Elbette saatlerden bir farkının olduğu su götürmez bir durum. En iyisi serçeleri demir korkuluğun dışında bırakalım. Onlara hiç ilişmeyelim. Nasıl olsa gidecekler.
Korkuluklar, ayrı gayrı olmadığına dair söylenenlere alkış tutmazlar. Duvarlara sımsıkı gömülüdürler. Şehirdeki binalar, demir şebeke örgütüyle sarılı. Hırsız girmesin, çocuklar düşmesin, gençler intihar etmesin… Kuvvetle muhtemel televizyondakilere sinirlenip televizyonu pencereden atmamak için de korkuluklar çaredir. Yine kuvvetle muhtemel yeni model korkuluklar da bize göz kırpıyor. Tamamen boşluklarından arındırılmış, simsiyah, dışarıyı hiç göstermeyen modeller.
Sınavın bitmesine on beş dakika kaldığı, artık çıkılamayacağı uyarısı kulağımda. İstesem de çıkamam. Tıraş bıçağına sinirlensem çıkabilir miydim, dışarıda bir “ Hişt hişt!“ sesi duymaya duymaya şehirde kurbağa, tosbağa mı kaldı. Mihalaki kuşunu gören olursa Sait abiye haber salsın.
Yeni korkuluk modelleri, gözlerimizden içimize doğru şebeke şebeke örülürken iç pasların temizlik günlüğüne, birayla tuzlu fıstığın iyi gelir halleri ya da lazım değil bira. Tuzlu fıstığın tuzu zarar, tuzsuzu, o da bir miktar olsun. Diyetini bozamayanlar, depresyondaysa bozulmaya mahkûm diyetler, bir başkasını hiç affedemeyenler, yükselenleri yükseklerde olanlar. “Hişt hişt! “ sesleri gözaltı çukurlarından, takma kirpiklerden, okka okka dudaklardan, gerim gerim yüzlerden, borsadaki hisli hisselerden, arabası uçanlardan; kahveyle kitap, çayla kurabiye, rakıyla balık, takiple takipçi sayısı arasından gelmedi mi fena.
Sınavımı ilerleyen yaşlarda verebilir miyim yahut ilerlemiş yaşımla şu an oturduğum yerdeki benle aram, şimdikinden iyi olur mu?
Sınavımın bitmesine son beş dakika kaldı. Salon başkanının uyudu uyuyacak vakitleri eriyip gitti. Gözetmenin sınav başlamadan önce okuduğu uyarıların gerçekleşmemiş olmasıydı, ikisini de memnun eden. Sınav salonuna cep telefonu, kesici alet, silah, törpü, çakmak, gazlı içecek…Bunlar varsa hemen dışarıya çıkarılmalıydı, çıkarmayanlar yasal işlemlikti.
Duvar dibinde kırık dolap, iki kapağını da menteşeler zor tutuyor, düştü düşecekler. Dolabın içi boş görünüyor, muhtemelen kitaplık olarak yola çıkmış, bugüne kadarki yolculuğunun sonunda bu hale gelmiş. Sırtı duvara yaslı dolabın kapağında ayak izleri. Dolaba ayak basanın tarihte bir yerinin olmamasından kaynaklı üzerine not düşülmemiş.
Salon başkanı, gözlüğünü takıp buradan gidecek olmanın ihtiyacıyla baş başa. Aralarda dolaşan- daha önce niye fark etmedi-gözetmenin cevap kâğıdımdaki yasal boşluklara gözü takıldı. Duyacağım biçimde “Keşke işaretlemeyi sona bırakmasaydın,” dediğinde kitapçığın sayfalarını çevirdim, oraları da gördü. Soluğu salon başkanının yanında aldı. Yüzlerindeki telaştan yanlışlığım okunuyordu. Üzerimde kesici alet, silah yoktu. Boşlukları doldurmayarak yasal hakkımı kullandım. Dudaklarını okuyabiliyordum, “gitti bir yılı çocuğun” salon başkanının ağzından dökülenler bana yazıklandıklarını gösteriyordu.
Sınav bitti. O esnada dolap kapağının biri pat diye düştü, diğerinin de eli kulağında. Kısa süreliğine başlarımızı oraya çevirdik. Gösterdikleri yere imzamı attım, göz temasından kaçındılar.
Sınıftan çıkmaya başladık. Burnunu çeken üç adım önümdeydi. Dümdüz gidip lavabonun yolunu tuttu. Ben de onun sol tarafından bir kat aşağıya indim. Okul çıkışındaki emanetçiden telefonumu, sigaramı aldım. Önceden kapattığım telefonumu açmadım, hatta birkaç gün daha hiç açmama kararı aldım. Ayakta, acıkmış gibi üst üste iki sigara içtim. Okulun duvarında jilet teller boydan boya, duman onların arasından silinip gitti. Salon başkanı, göründü az ötemde, yanıma doğru yaklaşıyordu, gözümle takip ediyordum, kafasını hafif kaldırdı. Beni görmezden geldi. “ Hişt ! “ , “Hişt hişt !” dedim. Dönüp bakmadı. Çekip gitti. Arkasından bir sigara daha yaktım.
"323 NUMARALI SALONA GİDER / SELAHATTİN AVCI" hakkında bir yorum
Üstadım.Ne güzel anlatmissin.Bu yazıda okuyucu mutlaka kendini görür.Mutlaka bu merhale lerden geçmiştir Bu duyguları yaşamıştır.Eline yüreğine kalemine sağlık.tebrik ederim.