LOADING...

En üste git

Mart 16, 2024

‘K’ HARFİ KADAR / MİNE HAYKIR

 

 

Ağlayamadığım için özür dilerim.

 

Üzülmüştüm. Hem de çok. Sokaktaydım telefonum çaldığında. Kaldırımda durup dinledim, gözlerim yere çevrildi, “tamam” dedim sadece, “hoşça kal”. Martı seslerine doğru yürüdüm, garsona bir kahve söyledim.

 

Bir buçuk yıl önce, çocukluğumun Meloş’u, aslında yengem olur, arayıp “Öbürlerinde rahat edememiş, artık bizde kalacak” dediğinde, bedenimde dolaşan o tuhaf duyguyu hatırlıyorum. Zihnimdeki hayaletlerden biri canlanıp oda kapımı tıklatmış gibi irkilmiştim… Aklına düştükçe merak ettiğin bazı şeyleri öğrenme fırsatının ‘sürpriiiiz’ diyerek ayağına gelmesiydi belki. Cevapları seni tatmin etsin diye umduğun, bunu umduğunun farkında bile olmadığın, soru işaretleriyle başlayan hayatının artık noktalara kavuşmasını istediğin gibi şeyler… Devam etmişti Meloş; “Kalp kapakçığında yoğun kireçlenme varmış. Doktor, her şeye hazırlıklı olun dedi. Yani, mmm… belki artık sen…”.  Fazlasıyla gerilmiştim. Parmaklarım, bir cevap ararcasına alnımın ortasında aynı daireyi ovuşturup duruyordu. Odada amaçsız yürümeye başladım. Beni gören biri, “Hangi yöne gideceğine bir türlü karar veremeyen hamamböceği gibi” derdi kesin.

 

Kararımı verdim. Bir ömür sonra seni tekrar görecektim. Heyecanlıydım çok. Melahat Abla uzun zaman önce beni bulduğunu, bayramdan bayrama konuştuğumuzu kimseciklere söylememişti. Ben öyle istemiş, yemin billah ettirmiştim. Alıştığım bir düzenim vardı ve sahibi olduğum bu düzen bozulsun istemiyordum. Oyuncak değildi bu. Arada bazı haberlerinizi alıyordum. Sanki yurt dışındaki hısım ve akrabalardan haber alır gibi; paylaşım sıfır ve ortak anıların ya yok ya da uzak geçmişte kalmış. Allah iyilik, güzellik versin, diyorsun. O kadar. Çünkü, içte kötü bir duygun olmasa, hatta sevsen bile, güzel anıların kadar özlüyor ve özleniyorsun bu hayatta. Anıların kadar varsın. İçine doğduğun yerden uzakta yaşamak zorunda bırakılmışsan ve kader, özür diler gibi, sana bazı imkânlar hediye etmişse, kendi hikayeni daha özgür yazabiliyorsun. Çünkü seni maddi manevi bağlayan hiç ama hiç kimse yok. Artıları eksileri olan ilginç bir alışveriş bu. Bu tür bir özgürlüğe alışan, normal olanından korkuyor; çünkü onu tanımıyor. Tekrar darmadağın olma ihtimaline karşı, hatıra kırıntılarıyla yetinmek daha güvenli geliyor. Kısacası, yüzleşmeye hazır hissedemiyorsun bir türlü. Ve ister istemez, biraz gücenik, soruyorsun; ya herkesin keyfi yerindeyse? Ya onların hayatında sadece bir ‘K’ harfi kadarsam? ‘Olma’ ile ‘Olma(k)’ kelimeleri arasındaki fark kadar…

 

Büyük gün için beyaz bir tişört ve sarı bir pantolon seçtim. Biraz makyaj yaptım. Güzel görünüyordum. Kapıyı açan ‘büyük kız’ la öpüşüp içeri girdim. Koltukta oturmuş, hoş geldin misafirleriyle konuşuyordun. Beni görünce durup uzunca baktın, sonra tanıdın, gülümsedim, gülümsedin, eğildim, öpüştük . O bakışın bir an, ‘acaba bana sitemli mi?’  şüphesini hızla geçirdi zihnimden. Olabilirdi. Sen kendi içinde ne yaşadın bilemem ki…Seni bulmamı mı beklemiştin?  Çaylarımızı içerken, mor bluzlu hoş geldinciye “Uzun zaman olmuş, seni çok özlemişim,” dediğini duyunca mideme sert bir yumruk yedim sanki. Emin olmak için tekrar baktım. Hayır, bana değildi sözlerin. Allah’ım sen aklımı koru. Bardağı tuttum. Çayın tadında kırgınlık, acı, inanamamazlık vardı. Sigara içmek için balkona çıktım. Aklı hemen her şeyi unutan, yorgun, yaşlı bir kadın o diye tekrarladım kendime.

 

O bir buçuk yılda birkaç gün banyo yapmana da yardım ettim. Uzunca, esmer, orta kilolu bir kadındın. Fiziksel genlerimi senden aldığım muhakkak. Banyodan sonra seni giydirir, saçlarını kurutur, tarar, yatağına yatırırdım. Öperdim de bazen. Dualar ederdin yüzüme. Senin teşekkürün öyleymiş, o dönem öğrendim. Arada uğradığımda, dışarı da çıkarırdım bazen. Beni gülümser görünce canlanır, eskilerden anlatırdın. Sonra anlattığını unutur, bir daha anlatırdın. İlk defa duyuyormuş gibi dinlerdim. Yeni tanışmış, birbirini tanımaya çalışan iki kadın gibiydik. Anlatmaya bayılırdın. Eğlenceli hikayelerin de olurdu, hüzünlü hikayelerin de. Her görüşümde bedeninin biraz daha ufaldığını fark ederken, tanığı olamadığım hayatından bazı sayfaları biliyordum artık. Hiç reçel yemezmişsin, alerjin varmış. Onun dışında hemen her şeyi ayırt etmeden yermişsin, ama en çok lahmacun ve pırasayı severmişsin. Ha, bir de pişmiş soğanı. Gençliğinde bile süslenmeyi pek sevmezmişsin. Çok güzel dikiş dikermişsin. Sıcağa hiç gelemezmişsin, kışın bile çok kalın giyinemezmişsin. Çocukluğundan bahsetmiştin son gördüğümde. Çok değil, iki hafta önce. Deniz kenarında bir kafede oturuyorduk. Mayıs güneşi kemiklerimizi ısıtıyordu. Bir başkasının hikayesini anlatır gibi anlatmıştın. Sen de az çekmemişsin. Hele anneciğinin yüzünü, sesini, öpüşünü bilemeden, daha bir yaşını doldurmadan onu kaybetmiş olman… Babanın ufacık bebekle baş edemeyip, ‘iyi yetiştirsin’ diye, onu ölmüş karısının bir akrabasına emanet etmesi… Kendileri de çocuk olan ağabeylerinle ayrı düşmen… Teyzenin şefkatsiz ilgisi… Kendi çocukları kadar sana titizlenmeyişi… Kötü, çok kötü olmuştum. Eleştirince, “Ben rahat büyüyeyim diyeymiş”, dedin onları savunurken. Samimiydin. Sustum. Sustuk. Neden sevgiyi içselleştirememiş, kendini duygularıyla ifade edemeyen, tutuk, donuk, belki ruhundaki yaradan dahi bihaber bir kadın olduğunu işte o zaman anladım. Neden bana bunu yaptığını… Sen, yaşadıkların kadar biliyordun hayatı. Benim için en iyisinin o olduğunu düşünmüştün. Daha iyisini bilseydin, yapardın.

 

Tel örgü paspaslardan oldum olası hazzetmemişimdir. Hani hepimizin hayatında bazı belli nesneler olur ya, bizi geçmişte belli bir duyguya götüren anları hatırlatan… aynı duygu durumuna sokan. İşte gri tel örgü paspas tam olarak böyle benim için. Çünkü henüz kendimi doğru dürüst ifade edemediğim babasız yaşlarımda, ne zaman kapısının önünde o paspasın olduğu eve gitsek, paspası görür görmez basardım çığlığı. Tepinirdim. Bilirdim ki sen oradan bensiz döneceksin. Beni bırakıp, evimize, diğerlerinin yanına gideceksin. Bensiz!… Kim bilir kaç zaman sonra gelip alana kadar. Bir, iki, üç… Alıştırma ziyaretleriymiş meğer. Sonra bir gün bıraktın ve hiç gelmedin… ben hep orada kaldım. Sensiz!.

 

Sokaktaydım telefonum çaldığında. Kaldırımda durup dinledim, gözlerim yere çevrildi, “tamam” dedim sadece, “hoşça kal”. Üzülmüştüm. Hem de çok.

Ama…

Ağlayamadığım için özür dilerim.

 

Loading

Sosyal Ağlarda Paylaş:
Önceki Yazı

SUSADIĞIMIZ BİR YOL ÜSTÜNDE SÖYLENMİŞTİR / A.İBRAHİM

Sonraki Yazı

KAÇIŞ / DEMET EŞMEKAYA SELÇUK

post-bars

2 thoughts on “‘K’ HARFİ KADAR / MİNE HAYKIR

Baran Arslansays:

İşte harika bir Mine öyküsü daha. Ürünlerinin devamını bekliyoruz.

Yanıtla
Minesays:

Teşekkür ederim arkadaşım. Size yetişmeye çalışacağım.

Yanıtla

Bir Yorum Yapın