LOADING...

En üste git

Ocak 22, 2024

FIRTINA / BEYZANUR KARAGÜZEL

 

“Şimdi sana daima kör, gizli arayışım olan anlamsızlığa nasıl girdiğimi anlatacağım. Bir numara ile iki numara arasında olana nasıl girdiğimi, gizemli, ateşli çizgiyi nasıl gördüğümü, onun nasıl da hileli bir çizgi olduğunu. İki nota arasında bir nota daha var, iki gerçek arasında bir gerçek daha var, iki tuz taneciği arasında, ne kadar yakın olurlarsa olsunlar, bir uzam aralığı var, duyumsama arasında bir duyumsama var- en eski maddenin gediklerinde dünyanın nefesi olan gizemli, ateşli bir çizgi var ve dünyanın sürekli nefesi sessizlik diye duyduğumuz, sessizlik dediğimiz.”

Clarice Lispector, G.H.’ye Göre Çile

*

Neresi olduğu bilinmeyen bir meçhulde, önce karşısında olduğunu zannettiği cama, sonra elindeki kaleme, önünde açık duran yarısı karalanmış defter sayfasına göz gezdirdi. Sonra oturduğunu zannettiği sandalyeyi, masayı, etrafındaki insanları, onların konuşmalarını ve hareketlerini algılamaya başladı. Yavaş yavaş netleşen bir ortam algısına kendisini bırakmak istemedi ama hissettiği belirsiz bir ihtiyaç onu yönlendirdi.

Çaprazındaki iki insanın hevesli hevesli bir defteri kurcalamasını seyretmeye başladı. Belli belirsiz duyabiliyor olduğu konuşmalarına odaklanmaya çalıştı.

“Bunu nereden buldun?”

“Gelirken sokakta, çöpün yanında yerdeydi. Sanırım biri çöpe atmaya çalışmış.”

“Yok canım, defter özenli tutulmuşa benziyor.”

Çelişki kafasını bulandırmaya başladı. ‘Benimle ne ilgisi var?’ diye düşündü, iki insan bir şey bulmuş tahmin yürütüyordu. Ne gerek vardı ki bunu sorgulamaya.

“Okumasak mı ki?”

“Ama merak ediyorum.”

Bir çelişki daha güçlendirdi zihnindeki fırtınayı. Yineledi kendi kendine, ‘benimle ne ilgisi var’ dedi fakat kaşları çatıldı, gözleri uzaklara daldı, zaten duruyordu ama daha da hareketsizleşti, anlamlandıramadığını yok sayamadı. Neydi bu defter, kimindi, nasıl bu insanların eline geçmişti, içinde ne yazıyordu, okunsa sahibi rahatsız olur muydu, bir sahibi var mıydı ki, defteri kaybettiğine üzülüyor muydu ya da çöpe mi atmıştı acaba sahiden… Bir şekilde, bütün bu sorulara sahibinin de cevap veremeyeceğini biliyordu.

Defteri okumaya başladıklarını düşündü. Ortasından da olsa dinlemeye odaklandı. Sanki asla tek bir cümlesini bile kaçırmaması gerekiyordu ama aynı anda kulaklarının dibinde bambaşka belirsiz bir ses uğulduyordu.

… bir noktada başladım. Karanlık ve devinimsizlik, içime aynı duyguları nakşediyor hep. Etraftaki her şeyin sürekli bir devinim halinde olduğu bir sokağın ortasında, karanlığın her türlü uyaranı onla çarparak beynime sunduğu bir ışıksızlıkta, tek başıma, hareket etmeden yol almaya çalışmak gibi bir paradoksa sürükleniyorum. Başlangıç noktam her ne olursa olsun, duygu trafiğimin içerisinde kornaya basmadan içimi aynalamaya çalışmanın çaresizliğini duyumsuyorum, kilitlendiğim noktayı bulamamak her seferinde içimi boğuyor.

“Galiba bu bir günlük.”

“Yok canım, öyküdür herhalde.”

Çelişkiler, tezatlar, birbirinin anlamını çürüten tezler üst üste binmeye başlıyordu. Fırtına güçleniyor, etrafındaki her şeyi kendine katarak yok ediyor, zihnini karmakarışık bir vaziyete sokarken yalnızca kendini var ediyordu. Başlangıç noktasının ne olduğu belirsizdi. Fakat fırtına barizdi.

Bütün apartmanlar uçuşuyor. Arabalar durdukları yerden hız yapıyor. Işıklar birbirinin üstüne biniyor. Ağaçlar bağırıyor, yapraklarını fırlatarak toprağın canını acıtıyorlar. Kar taneleri hafif diyenler halt etmiş, birer gülle gibi iniyorlar sırtıma ve düştükleri her yerde derin yarıklar açıyorlar. Her yerde içine düşmem için bekleyen çukurlar, tırmanması mümkün olmayan dik yokuşlar, okyanuslardan derin su birikintileri var. Bir sokağın ortasında durmuşum, hareket etsem bir tuzağın ağına yakalanacağım; hareket etmesem, etrafımda dönüp duran bu kaos, bu fırtına beni yok etmek için an sayıyor. Her an artan düzensizlik binaları sağdan sola fırlatıyor, arabaları üstüme sürüyor. Olup bitene yetişemiyorum. Uzaydaki her patlama benim ayakucumda gerçekleşiyor. Bu sokak güvenli değil. Güvenli olması mümkün değil.

“Bence bunu okuyarak yanlış bir şey yapıyoruz.”

“Yok yahu, bir şey olmaz ki.”

Nasıl çığlık atıldığını unuttuğunu fark etti, daha doğrusu çığlık atmayı beceremeyince sürüklendiği belirsizliğe ‘unutmuşum’ gibi bir cevap vermek istedi. Uğuldama sesi arttıkça oturduğu yerden kalkmak, elindeki avucundaki her şeyi fırlatıp atmak, bu insanları artık dinlememek, onlardan kurtulmak istedi. Tam o noktada bu insanları dinlemek için hissettiği o belirsiz ihtiyaç, dönüp duran fırtınadan kopup suratına vurdu. Sessizleşti tekrar, kendiyle çelişti ve açıkça devinimsizdi ama fırtınanın varlığı da gerçekti.

Anlamadığım, bilmediğim hisleri nasıl bu kadar yoğun hissedebiliyorum. Yaşamadığım duyguları nasıl oluyor da bu kadar iyi biliyorum. Görmediğim, duymadığım gerçeklerin izini sürebilmek ne demek. Sokağın tamamında olan bitene yabancıyım, neden bu tuzakların hedefinde ben varım. Fırtınanın benim varlığımla alıp veremediği şey nedir ki verdiği zararın izlerini vücudumda taşıyorum. Bu sokak güvenli değil. Bu sokağın benimle bir derdi var.

“Soruların sonuna neden soru işareti koymamış?”

“Onlar soru değildir belki.”

Bir deftere yazmaya en sol üstten başlanırdı, sağ altta da yazabileceklerinin sonu gelirdi, yani öyle olması gerekirdi. Harf bütünlerinin sayfada açtığı kara deliğin karşılığının nerede konumlandığını düşünmeye korktu önce. İhtimaller, yinelenen çelişkiler, belirsizlikler, fırtınanın darmadağın ettiği ne varsa hepsi işte o konumda olmalıydı. Soruları bitmedi, çelişkiler düzelmedi, insanlar susmadı, karanlık ve devinimsizlik bu kara deliğin gücüyle ruhunda anlamsız korku örüntüleri oluşturmayı sürdürdü. Ve sessizliğe gömüldü.

Korkunun fırtınası dinerken yavaşça kurgu dağıldı, karanlığın ve devinimsizliğin ondaki temsili olan bu sessizlik bütün zihnini sardı. Camdan kendine bakmıyordu, defter yoktu, kalem yoktu, insanlar konuşmuyordu, fark etti. Sonra kafasını kaldırdı, ayaklarını hareket ettirince suya battı, omzuna bir kar tanesi düştü ve etrafını süzdü, geçip gitmiş sert rüzgarların yara bere içinde bıraktığı karanlık bir sokağın ortasındaydı.

 

 

Loading

Sosyal Ağlarda Paylaş:
Önceki Yazı

BİR KASABANIN İÇ YÜZÜNÜ KEŞFETMEK / GÜLŞEN FİLAZOĞLU ÇOKLUK

Sonraki Yazı

ÇEHOV ÖYKÜSÜNDE MÜZİK İZLEĞİ ÜZERİNE BİR DENEME / İDRİS ERDOĞDU

post-bars

Bir Yorum Yapın