ARMAĞAN / SELAHATTİN AVCI
Halıları serdik. Kışlıkları dolabın en üst gözünden alıp yatağın üzerine bıraktık. Fotoğraf albümleriyle birlikte. Dolabın alt kısmında, katladığımız kışlıklara yer açtık. Mevsim değişikliği eşyaların yeriyle ilgiliydi. Canan, eprimiş kazağımı yatağın üzerinden alıp yere attı. Çöpü boylayacaktı. Kışlıklarla, yazlıklar bu değişimlerde biraz daha azalırdı. Kazağımın kollarını içe büküp gövdesini ikiye katladım. Diğer kışlıkların arasına usulca sokulsa hiç de fena olmazdı. Eskilerin eskidi, vedalaş artık, Canan elimdekini alıp attı. Kapıya doğru kayışını izledim.
Belediyemizin şehrimize armağanı “ Eşyan eşyam olsun,” kampanyası da vardı, belirli yerlerde. Kazağımı, bir başkasına vermeye gönlüm razı olmuyordu. Elden çıkaracağım için de pişmanlık yaşıyordum. Bana ait yaşanmışlıkları terk ediyordum, istemeye istemeye. Yıkana yıkana bir beden büyümüş halde.
Kazak, zamanında bana armağandı. Veysi’yi çöpe atıyordum sanki. “N’aptın oğlum, n’aptın.” Kulağıma fısıldamasıyla onu kurtarmalıydım. Apartmanın giriş kapısından hemen caddeye geri döndüm. Kocaman kocaman adımlarla Veysi’nin yanındaydım. Gelen geçen fark etmemişti. Kolumu konteynıra daldırıp oradan çıkardım. Sımsıkı kucakladım. Evlerin çöpleri üzerine üzerine boca edilseydi, hadi bir çöp kamyonu gelseydi, eze eze içine alsaydı. Neyse ki bunların hiçbiri olmadı. Zamanında davrandım.
Kafamı kaldırdığımda Canan balkonda çamaşır seriyordu. Apartmanın kör noktasına gittim. Bekledim. Pekâlâ yakalanabilirdim. Amma velakin zemin kattaki Fatma Hanım’ın gözleri beni buldu. Apartmanın öbür köşesindeydi gölgesi. Bana yaklaştıkça siluetten gerçeğe dönüyordu. Önümdeydi. Elimdeki kazağı nereye sokuşturacağımı bilemedim. Kollarından tutup yere çırpmaya başladım. Balkondan düştüğünü anlasın. Kazağı boynumun arkasından alıp yere doğru silkeledim. Bunu defalarca yaptım. Fatma Hanım, aman sizi görmem ne iyi oldu. Tam da yanından kaçacakken eliyle beni durdurdu, hani gelecektiniz, unuttunuz mu? Evet ya evet kusuruma bakmayın, aklımdan uçup gitmiş. İki ustayı aramasına rağmen, tamam abla hemen gelirizin üzerinden günler geçmişti. Mutfaktaki musluğun hâlâ akıttığını, benden başka bir yardım elinin uzanamayacağına hemen kani oldum. Almanya’daki ustaların nasıl da disiplin erbabı olduğunu anlatıyordu da anlatıyordu. Ustalar sürekli lafın içindeydi ama mutfakta ikimizdik. Fatma Hanım’ın Almanyalardan buralara nasıl geldiğini karış karış dinledim. Yorulmadı. Benim ayaklarıma kara sular indi. Çok gezersem ben de yetmişi rahat devirirmişim. O da çok gezdiği için hiç yetmişinde değilmiş.
Gerd Müller, Alzaymırdı öldüğünde, sizin maşallahınız var. Yüzü asıldı, gözlerini kıstı, parmaklarıyla masayı tıkırdattı. Beni yanlış anladınız, sevdiğim futbolcuydu, gezerken belki karşılaşmış olabilirsiniz. O yakınlarda öldü, neredeyse sizle aynı yaşta ama siz de unutkanlıktan eser yok, ne güzel her şeyi hatırlıyorsunuz. Parmak tıkırtılarının şiddeti iyiden iyiye arttı, belli bir yerde öfkesi sabitlendi. İkimizin gözleri o vakit çeşmedeki tıpırtıdaydı. Musluğun başında buluştuk. İki sevgili değildik. Yine de buluştuk. Musluk başlığına isyankâr Fatma Hanım, bense kazakla ne yapacağını bilemeyendim. Veysi’yi unuttuğumu zannetmeyin.
Musluğun başlığı tam kapanmıyordu. Yıldız tornavidayla, pensenin Fatma Hanım’da olma ihtimali ne kadar mümkünse, başlığı çıkarıp çeşmenin göbeğini sökmem, o kadar mümkündü. Su aniden fışkırmaya başladı. Masadaki kazağı alıp fışkıran yere bastırdım. Ellerimle boğuyordum Veysi’yi. Ümüğümü bırak nefes alamıyorum feryatlarına, derhal vanayı kapatın, ortalık mahvoldu Fatma Hanım. Vanayı pürtelaş balkonda ararken senin yapacağın işin içine sıçayım, dediğini duydum. Ara katta, ara katta sizin dairenizin hizasındaki yerde suyun vanası. Tanıdığım bir usta var, telefonumda kayıtlı. Merak etmeyin. Arkasından söylediklerimin ne kadarını duydu bilmiyorum ama bu işin içinden beni sağ çıkaracak bir ustaya ihtiyacım vardı.
Vanayı buldu. Muslukta bir dinginlik.
Ustayı aradım, iki saate gelecekti. E hadi bana müsaade, Veysi’yi kolundan yakaladığım gibi kapıdan apar topar çıktım.
Merdiven boşluğundaki tırabzana boylu boyunca uzattım Veysi’yi, kuruması için. Eve girdiğimde fotoğraflara dalıp gitmiş, benim hatun. Sırtı yatağın kenarında. Fotoğrafların üzerine eğdiği kafasında mutlak bir ağırlık var. Yanına oturdum. Umarsızdı. Nerede kalmıştım, komşumuzun evinde neler yaşamıştım, bunları duymaya hiç ihtiyacı yoktu hatta kışlık temizlik yarına kalacak gibiydi. Keşke kazağı atmasaydık, dilinin ucuyla hayıflandı. Yere dağılmış fotoğrafların içinden, Veysi gülümseyerek bana bakıyordu. İkimizin olduğu fotoğraftan. Elleri belimde, benimkilerde omzunda. Kafalarımız bitişik. Yüzünde armağanlı bir ifade. İkimize kalan.
Akşam kapı çaldı. Fatma Hanım, gelmeyen ustaya sitemliydi. Gözüm, tırabzandaki kazakta, kulağım Almanya’da. Bir müddet oraları dolaştıktan sonra gitti.
Kuruyan kazağımın kollarını nazikçe içe büktüm. Gövdesini önce üçe, vazgeçip ikiye katladım. Dolaba geniş geniş yerleşsin istedim.