HİŞŞT! / SÖYLEŞİ: CABİR ÖZYILDIZ / KOLEKTİF
Bu sayımızda sevgili Cabir Özyıldız’la yazma serüveni, yazın dünyası, Vacilando Yayınları’ndan çıkan kitabı Eski Zaman Türküsü üzerine söyleştik, dilin ve anlamlandırmanın sınırlarında dolaştık ve kucaklaştık. Bu keyifli sohbetimizi sizinle de paylaşmak istedik. İyi okumalar…
Okuyucularımız için sorsak; Cabir Özyıldız kendini tanımlasa hangi cümlelerle tanmlardı? Yani Cabir Özyıldız kimdir?
1978 Adana doğumlu, okumayı, yazmayı, gülmeyi seven, dostluğa değer veren alelade biridir.
Yazmaya nasıl başladınız? Edebiyata ilginiz ne zaman başladı?
Her insan kendini, derdini, kederini, hayata ve insana bakışını ifade etme noktasında bazı araçlar arar, bulur ya da bulamaz ama hep arar. Kimi resim çizerek, kimi şarkı söyleyerek, bazısı heykel yontarak kimi de anlatarak meramını anlatmaya çabalar. Benim yukarıda saydığım araçlardan hiçbirine karşı yeteneğim yok. Fakat küçük yaşta başladığım okuma serüveni kendimi yazma yoluyla ifade etme hususunda yön gösterici oldu. Başlarda şiir, düzyazı, deneme gibi türlerde kalem oynatmaya çalıştım fakat kişisel duyarlılığımı, sınıfsal duruşumu ve insana bakışımı o türlerle yeterince ifade edemediğimi anlayınca öyküye yöneldim.
Kitaptaki ilk öykü “Kırmızı Defter” özellikle ilgi çekici bir öykü. Okuduğumda biraz daha cesur olunabileceğini düşündüm dil açısından. Ötekileştirilmiş bireyler sınırlarda yaşar gibi bir algıda kaynaklı da olabilir bu. Yazarken yeterince cesur olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Yazın dili ve öykü konuları hususunda kendimi yeterince cesur bulurum. Fakat benim cesaret anlayışımda kurguladığım karakterin içsel çatışmalarının da bileşkesini kapsamasına dikkat ederim. Toplumdaki en olumsuz bireyin veya kötücül durumun içinde olumluluğu, iyiliği barındırdığını düşünür, yarattığım karakterleri ona göre biçimlendiririm. Kırmızı Defter öykümde de bunu kendi edebiyat anlayışıma göre işledim. Toplumsal olarak en ötekiyi yazarken o bireyin yaşamın acımasızlığı karşısında kuyruğu dik tutma çabası ile insanlaşma çabasını, diri tutmaya çalıştığı umudunu işledim.
Oryantalist bir toplumda yaşıyoruz bir yanda da batılı olmaya çalışıp kozmopolit bir toplum ürünü ortaya koyuyoruz. Bu coğrafyada yaşamanın meyvelerini yeterince topladığınızı düşünüyor musunuz? Belli bir coğrafyanın insan manzaraları, bakış açılarıyla yazıyorsunuz. Bu coğrafyayla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Evet, bu coğrafyada yaşamanın meyvelerini ziyadesiyle topladığımı düşünüyorum.
Şöyle ki; büyük bir ailede ve avlusu portakal bahçesine bakan bir evde doğdum. Babamlar dokuz, annemler yedi kardeştiler. Ve hemen hepsi aynı mahallede oturuyorlardı. Haliyle akraba çeşitliliği bakımından hiç sıkıntı yaşamadım. Bu akraba kalabalığının yanı sıra yaşadığım bölge durmadan göç alan şehrin kenar mahallesine denk geldiği için de birçok halktan oyun arkadaşlarım oldu. Şehrin kenarında doğup büyüdüyseniz bu gününüzün büyük bir bölümünü de sokakta geçiriyorsunuz anlamına gelir. Adana’nın mahalleleri, sokakları hep bir hercümerç, kaos ve çılgın işlere sahne olduğu için de çocukluğumdan bu yana tanık olduğum olay, durum, karakter sayısı bana ve yazdıklarıma hayli zenginlik kattı. Adana geçmişten bu yana sınıfsal çelişkilerin, gelir dağılımındaki uçurumun, isyanın, makaranın, boş beleş işlerin, su gibi akan boğma rakının, eğlenmeyi ve sövmeyi seven insanların merkeziydi. E sizde de yazıya karşı bir eğilim, insanlarla, onların yaşam koşullarıyla ilgili bir derde sahipseniz bütün bu gördükleriniz, yaşadıklarınız size ayrıca bir artı sağlıyor. Yukarıda yazdıklarımdan hareketle son olarak şunu söyleyebilirim, bana göre sokak hikâyenin kalbinin attığı yerdir ve ben doğduğumdan bu güne dek yönü hep sokağa dönük biri olageldim.
Seneca “ Küçük acılar konuşulabilir. Derin acılar sessizdir,” der. Eski Zaman Türküsü’nde acıların karakterler üzerinden dile getirilmesi, anlaşılarak okurun zihnine akmasından ziyade olanların yaşanmışlığıyla arka planda büyük bir sessizlik var. Karakterler, öyküdeki kendi zamanına kartopu misali geçmişlerinden getirdikleri yükle karşımızdalar. Hikâyelerinin içinde yalnızca kendileri varmış duygusuyla yapayalnızlar. Karakterlerin kendi içlerine itildiği, zihinlerine sürekli bir şeylerin üşüştüğü, bulanık hayatlarına yine de bir kapının aralandığını görmekteyiz. Bu konuda siz neler söylemek istersiniz?
Evet, bahsettiğiniz kapı aralığı, o umuttur. Ve benim yaşama bakışımda önemli bir yeri vardır o duygunun. Dünya sonsuz acılarla kaplı. İnsanlık her anlamda gün geçtikçe daha da kötülüyor. Fakat azınlıkta olsa birileri hala iyiden, güzelden, gerçekten yana bir dünya hayaliyle yaşıyor, çabalıyor, ümit ediyor. Benim karakterlerimde nefes alıp veren tüm insanlar gibi hata yapıyor, acı çekiyor, seviyor, gülüyor, ağlıyor. Acılarını içlerine gömüp uzun uzun susuyorlar. Fakat her şeye karşın yaşamaya devam etmek zorunda hissediyorlar kendilerini. Devam etmeleri için salt içgüdüsel alışkanlıklar yeterli gelmiyor onlara, bir düş, gelecek haber, Sait Faik’in dediği gibi bi “Hiştt” ünleyişi duymak istiyorlar.
Yukarıda söylediklerimden el alarak diyebilirim ki; dünyaya, olaylara, insanlara gerçekçi yaklaşan biri olarak hiçbir zaman kendi sınıfımdan olan insanlar adına karamsar olmadım. Her şeyin ve herkesin değişip dönüşebileceğine olan düşüncemi yazdığım öykülerde işlemeye çabaladım ve en olumsuz metinlerimin bir yerine mutlaka kendimin de inandığı umudu ekledim.
Güncel edebiyatı yakından takip etmektesiniz. Özellikle de öykücüleri. Günümüz öykücülüğünün bulunduğu yeri, geçmişle kurduğu bağı, geleceğe neleri taşıyabileceğini düşünüyorsunuz. Bu konuda fikrinizi almak isteriz.
Üzülerek söylemeliyim ki maalesef geçmişle kurulan bağ çok zayıf. Öykü yazmaya çabalayan birçok insan bizim kıymetli ustalarımızdan bihaberler. Elbette bütün ustaları bilmek, okumak şart değil fakat kendi adıma yeniyi kurmak için geçmişi bilmek, deneyimlerinden, söylediklerinden, söylemediklerinden el almanın önemine inanıyorum.
Çoğu zaman okuyandan çok yazan var diye bir şikâyetle karşılaşıyoruz. İçinde yazma tutkusu, yeteneği, dert ettiği şeyleri olan herkes öykü de dâhil edebiyatın bütün türlerinde ortaya eser koyabilir. Bu konuyu abartmanın da dert etmenin de edebiyatımıza bir katkısının olmadığını düşünüyorum. Çalışan, üreten, kendi üslubu, dili olanlar, fark yaratanlar kalacak, kendini tekrar eden, aynı tornadan çıkmış metinler yazan, dili ve üslubu olmayan, vasat ürünler ortaya koyanlarda silinip gidecek. Sorunun kısaca özü bu kadar.
Evet, öykü türü son zamanlarda hayli rağbet görüyor. Bunda yazı atölyelerinin ve dijital edebiyat platformlarının da payı olduğunu düşünüyorum. Her ikisi de önemli ve işlevsel. Dijital edebiyat platformlarının daha ulaşılır olması, farklı kanonları gözetmeleri, platformların çok ve çeşitli olması yazanlar ve okuyanlar açısından hayli faydalı diye düşünüyorum. Atölyelere gelirsek, bana kalırsa önemli ve ihtiyacı olan için gerekli yerler. Hem teknik altyapıyı oluşturmak hem de yazı disiplini açısından. Fakat dikkat edilmesi gereken bir husus var, yazı atölyeleri size her şeyi öğretemez. Özellikle de üslubunuzu ve dili kullanımınızı.
Bugün öykücülüğümüz gelecek adına umut vadeden gençlerle yürüyor. Korkusuz, denemekten korkmayan, yeni bir anlayış ve üslup geliştirmeye çabalayan. Fakat ne kadarı geleceğe kalacak bunu öngöremiyorum.
Öyküde oluşan atmosfer, belki de okurun bir öyküyü okuyup bitirdiği o andır. Öyküyle, okur arasında yeniden kurulan o bağdır, hem öykünün hem de okuyucunun birlikte yeniden var olma anıdır. Bu an gerçekten kıymetlidir. En azından ben bu şekilde düşünüyorum. Aynı zamanda sizi de sıkı bir okur olarak biliyoruz. Yaşadığımız o anları bir ayakta durma, hayatta kalma çabası olarak düşünebilir miyiz?
Ben öyküyü bir bütün olarak değerlendiriyorum. Andan ziyade derdinin olup olmayışı, bende uyandırdığı his, farklı dünyaları, insanları anlama, onlarla duygudaşlık kurabilme olanağı sağlıyorsa bu benim öyküm diyorum.
Üretken bir yazarsınız. Yeni dosya ya da yeni kitap var mı? Ne zaman buluşuruz yeni kitapla?
Şu an için yeni bir kitap yok ama hedefler var. Kendi üslubumca, dünyayı ve insanı kavrayışımla yeni ürünler vermek için çabalıyorum. Yine kentin kenarından, dışından bir yerlerden seslenmek istiyorum okura. Fakat bu sefer işçi hikâyeleri olması hedefiyle. Slogan atmadan, ajitasyona başvurmadan, işçilerin umutlarını, kaygılarını, direngenliklerini, yaşamlarının zorluklarını kendi edebiyat anlayışımla yazma derdindeyim.