AŞKTAN DEĞİLDİ / YILMAZ BİNTEPE
Oturduğu yerden kalktı, üşümüş elleriyle ıslanmış saçlarının suyunu sıktı. Geriye baktı, sokak lambasının ışığı gözünü alınca güldü ve yürüdü.
Otobüsten onu şafakla birlikte çöl esintisi karşıladı, evi telaşa vermenin alemi yoktu. Zira o saatler telsizliler içindi ve fakat okuyordu, legaldi, kim bilir ileride ne olacaktı (!)
Mahallesine giden dolmuş olmadığı için İstasyon Meydanı’nda indi. Meydandan, mahallesindeki her çocuğun iyi esnaf diye çalıştırıldığı fırına yürüdü.Yılları selamlaşmaya sığdırarak çay bardağını aldı. Kürsüye geçip oturdu. Çayın sonu gelmeden bardağı bıraktı ve hamur teknesinin başına geçti. Eline aldığı kalıpla çocuk olmanın adam olduğu günlerden kalan maharetiyle çörek hamurlarına şekil vermeye başladı.
Camekana bırakılan son çörek de bitti. İçinde üç çörek olan poşeti zor bela elbiselerini sığdırdığı çantaya bağladı.Yüzüne vuran çarşı dolmuşunun sesine gülümseyerek fırından çıktı. Göçün her hikayesinde ötekileşen insanlar aklına gelince huzurun yanına huzursuzluğu da alarak çok uzak zamanları geride bırakmış olduğu taşlı sokakları arşınlamaya başladı. Şüphesiz ki; anası her zamanki gibi erkenciydi, dualarına zaman yetişemiyordu, sorsan ne vakit uyandığını anası bile bilmezdi. Kapının açılmasına kadar tedirginliği yaşayan annesi onu görünce daha önce hiç öpmediği kadar öptü. O güne kadar “Cemo” olan kadının anası olduğunu ilk defa elini öptüğünde hissetti.
Öğle vakti olunca uyandı, ütülettiği kıyafetlerini giydi, demircilerin kahraman olduğu dönemlerde taş ustalarının hayranlık bıraktığı çarşıya doğru yürürken caddelerde çörek sattığı kişilerin ona merhaba demesini umuyordu. Ne kimsenin adını söylediğini duydu ne de şehri saran surların kaçıncı taşına vardığını hatırladı. Bu şehir “geçmiş” olmuştu. Yüzleştiği bu gerçek; öfkesine üzüntü katarken boğuk boğuk seslerin geldiği yöne doğru yürüdü. Daha uzun ve iri insanlara emanet edilen telsizlerin yakınına vardı. Eylem vardı fakat söylenenleri anlamıyordu. Uzun ve iri adamların telsizlerle karışık sohbetlerini fark etmeden kaldırımın üzerine çıktı. Kalabalığı göremediğinden sağa sola kıvrılıyordu. Görmek için parmak uçlarından yükseliyordu ki; kaldırımda duran telsizlilerin en kısası ve cılızı :
-Burada durma, ya git oraya ya da işine bak !
Kime söylendiğini anlamamıştı ta ki; “Duymuyor musun lan ? ” diyene kadar. Öfkesi korkuya döndü ve midesi bulandı, göz göz geldiği uzun-iri adamla anın içindeki yüz yıllık restleşmeyi yaşayarak “ ya git oraya” sınırının ötesine adımını attı.
“Söylencelerini çok duyduğu “demir parmaklık” la karşılaşması ilk olacaktı. Cepleri boşaltıldı, kemeri yoktu ayakkabısını da çıkarmasını istediler, sırtı acıyordu zor uzandı ayakkabısına. Demir parmaklık yoktu, sırayla girilen yerde ayak bileklerine kadar suyla doluydu. Köşeyi dönünce sıra sıra dizilmiş elleri ensesinde buluşmuş, çömelmiş kadınları ve erkekleri gördü. Duvardan beş adım öteye elleri ensesinde çömeldi.
Ertesi sabah hiçbir şey denmeden oradan ayrılması istendi. Sağ kaburga altındaki sızının böbrek ağrısı olacağını hiç bilmeden çıktı. Adı hiç sorulmamıştı, zaten ne için burada olduğunu sorsalar da ne diyeceğini bilmiyordu. “Gözlerden buradayım dese” alay ettiği düşünülüp gözü morarır telaşını yaşamıştı. Sudan buruşmuş ayakları, görülmedik anlarda dizlerinin üzerine çökmesi, annesi, bir sandalyede elleri kelepçeliyken ne kadar uyuduğunu bilmemesi ve kelepçeyi çözen kadının ayakkabısını,cüzdanını verip yorgun sesiyle evine git demesini zihnine doldurarak evine gitti.
Geçen sürede asırlık bir gecenin hiç bitmeyen hikayesine yeni hikayeler eklenerek devam etmişti. Ne zaman yağmur yağsa gecenin üşüdüğünü, bir yerlerde insanların etrafını uzun-iri adamların kapladığını, zamanın sustuğunu ve annelerin dualarında boğulduğunu düşünürdü.
Geri gelip sokağa vardığında yağmur şiddetini artırmıştı. Demir parmaklığı olmayan zifir karanlıkta, kimse istemeden ayakkabısını, kemerini çıkardı. Arabaların kaportalarına değen yağmur damlarının sesini fırtına kesiyordu. Fırtınada sessizlik belki suyun kaderidir, aklanına ulaşıncaya dek akar da kimseler duymaz. Karşı pencereden göz göze kalmayı umut ederek beklediği yerde, karşı pencerenin ardında kim olduğunu unutarak çömeldi, her yıldırım çakışında uzun-iri adamların gölgesine bakarak suyun kederini dinledi.