“Tavhane Çocukları”: Metrukât Çocukları -3 / DR. ÖMER ULUÇAY
Gazeteci, yazar Adnan Gerger; “Tavhane Çocukları” adlı romanına bu ismi bulmak için çok çalıştığını, arayıp düşündüğünü söylemektedir. Tavhane adının Farsça/Kürtçe’den geldiği anlaşılmakta ve sözlükte “limonluk, yoksulların sığındığı sıcak bir yer” anlamında olduğu bildirilmektedir. Olabilir ve doğrudur. Bu adın çağrışımında bir küme sözcük aşağıda sıralanmıştır. Ancak, terkedilmiş, yalnız, sefil olan bu çocukların kaldığı izbe, çöplük, nemli, tehlikeli, karanlık yerler hiçte “sıcak” ve kalınacak bir yer değildir. Ama mecburiyet, herşeyi katlanılır kılmaktadır. İsimlendirme ile mekân arasında uyumsuzluk vardır. Cezaevine ‘Özgürhane’, mahpusa ‘özgür insan’ demek gibi bir şey olur ve isabetsiz düşer. Dillerin ‘tarama sözlük’leri, daha kapsamlı olmaktadır.
Birkaç söz ve sözcük çalışması:
Tav-tav: Bir nida, ünlem.
Tavlı: Besili, etli, şişman
Tavlamak: Kıvamına getirmek, elverişli duruma getirmek, demir tavlamak, kız tavlamak, metal işinde tesviyeci sözü.
Tavhane: 1-Yapma ve bileşik bir söz. Beslemek, kilo aldırmak, besihane, özel ve itinalı bakım yeri. 2-Farsça kökenli bir kelime. Yoksulların sığındığı sıcak yer. Merdiven, balkon vb. yerlerin kıyılarına çekilen, 20-30 cm yüksekliğindeki set, limonluk.
‘Tav-hane: Aydınlık, güneşli yer, güneş-ışık huzmesi
-hane: Hapishane, nezarethane, işkencehane, sefalethane, sefahathane, sefarethane, divanhane, gasilhane, gusulhane, istirahathane, sefilhane, yemekhane, aşhane, Basmahane, Kağıthane, kütüphane, yetimhane, viranhane.(Yapılmış, sistemi ve anlamı-işlevi olan yerler içindir.)
-gâh: Dergah, ziyaretgah, seyrangah, ordugah
Ahır: Büyükbaş hayvanların konulduğu kapalı mekân
Tavhane-tavlahane: At, beygir, katırın konulduğu kapalı mekân
Gom: Küçükbaş hayvanların konulduğu alçak kapalı mekânlar
Kümes: Tavuk cinsinin konulduğu kapalı mekân,
İn: yırtıcı hayvanların barındığı doğal veya yapılmış yerler
Mezbele: Çöplük, sergo, gofık, kirli pasaklı yer, mezbelelik.
Metrukhane: Terkedilmiş, sahipsiz mekânlar, mallar
‘Halihane: Boş ve sahipsiz kalmış yerler
İzbehane: Kuytu, pis, loş, nemli yerler
Genel olarak bakıma muhtaç çocuklar
Her aile çocuklarını beslemek ve geleceğini hazırlamak ister. Ancak bazı zaruretler buna engel olur. Engellerin bir kısmı bireysel/ailesel olduğu halde diğer bir kısmı genel yaşama koşullarına bağlıdır. Ailenin bulunduğu yerde, maddedeten zayıf düşerek çocuğuna bakamadığı durumlarda, çocuk sahiplidir ve fakat bakım ve geleceğe hazırlama olanakları yoktur. Bu durumda, aile çocuğu başka bir aileye “besleme” olarak vermekte ve çocuk bu yeni evin çocuğu olarak yaşamakta ve büyümektedir. Herşey iyi gitse dahi bunun birçok sorunlar barındıracağı açıktır. Yine de yaşamak güzeldir ve bir sıfırdan büyüktür.
Yakın zamanda Çocuk Bakım Evlerine alınan çocuklar, genel eğitim yanında hayata kazandırılmak bakımından bir meslek eğitimine de tabi tutulmakta ve askere gidinceye kadar kurumun himayesinde kalmaktadır.
Uzun bir süre, Sokak Çocukları Derneğinde gönüllü-ücretsiz hekimlik yapmış ve bunları tanımış, sorunların çözümünde yardımcı olmuştum. Tüm boyutlarıyla bunun kanayan bir yara olduğuna şahit oldum. Bu nedenle yüreğimin ağlayan sesini hala dinlerim.
Sokak Çocuklarını gruplara ayırmak mümkündür: Kimsesiz olduğu için sokakta kalanlar ve pısikolojik/organik sıkıntısı, hastalığı olduğu için sokağa kaçanlar, evde şiddete, istismara maruz kaldıkları için sokağa kaçanlar, madde bağımlılığı olduğu için sokakta kalanlar, sokağa kaçırılanlar/bırakılanlar, kaybolan çocuklar. Göç, felaket, savaş, yangın durumunda unutulan ve kaybolan çocuklar.
Bu çocuklar; öksüz-yetim-kimsesizdir, savaşın ve katliamın artıklarıdır, depremde, heyelanda, selde kurtarılanlardır. Ucuz işgücünün, fuhuş-uyuşturucu-kaçakçılık-organ nakli için donör, şartlandırma-mankurt- tetikçi adaylarıdır.
Anadolu’da Celali İsyanlarında, medreselerde okuyan ögrenciler/suhte, alaylar oluşturup, yol-kesmeye ve soygunculuk yapmaya başlamışlardır.
Büyük şehirlerin eski, izbe ve kenar semtlerindeki sahipsiz, terkedilmiş, çöplerle dolu, kapısız, penceresiz, loş, rutubetli ve kasvetli mekânlar soksk çocukları için sığınak/barınak olmaktadır. Su yok, hela yok, ateş yok ve herşey çöplükten toplama. Her boydan, yaştan ve yapıdan, karekterden, her huydan çocuklar bir topluluk oluşturmakta ve içlerinden zıpkın olan birisi Reis olmaktadır. O emretmekte, diğerleri itaat etmekte ve birbirlerini sahiplenmektedirler. Herbirinin serüveni bir roman ve bir dıram. Kendilerine özgü kuralları, ilkeleri ve işbölümü var.
İşte Adnan Gerger, bu çocukları anlatan ve bir çözüm üretilmesini zorlayan bir belgesel hazırlamak için, Ankara’nın çeşitli gecekondu semtlerinde, bu terkedilmiş, metruk yerlerde, sefalethanelerde yaşayan çocuklarla dostane bir ilişki kurmuş, onları tanımış, metinler hazırlamış. Ancak hernasılsa belgesel gerçekleşmemiş ve derlenen bu veriler Adnan Gerger’in gazeteci-yazar anlatımıyla “Tavhane Çocukları” adıyla roman olmuştur.
Bu roman, Türkiye’nin bir asırlık sosyal sürecini, değişim ve dönüşümünü, modernleşmenin sorunlarını, sosyal-toplumsal yapısındaki sorunları anlatmaktadır. Kırsaldaki çekişmeleri, ağa baskısını, ağa-devlet ilişkisini, siyasal sistemin işleyişini, çözülmemiş sorunlarını anlatmaktadır. Bir resim çekip önümüze koymakta ve bizi düşünmeye zorlamaktadır. Romanın kahramanlarından çıkış/kurtuluş mücadelesi yapan ve sistemli bir amacı hedefleyen kimse yok. Sadece çocuklar arasındaki sosyal, psikolojik ilişki belirtilmektedir. Hâsılı sisteme bir isyan sesi/sözü yok, yaşamak azmi ve gayreti var. Adnan Gerger’in değindiği sorunlar yanında, işaret etmediği daha nice sorunlar vardır. Geniş ve dertli bir coğrafya; masum ve mahrum büyük bir kitlede sorunlar dizi dizi…
Özellikle Köy Enstitüsü çıkışlı birçok yazar, dönemlerinin köy romanlarını ve sanayileşmenin sorunlarını, tarımda mekanizasyonun sonuçlarını, şehirleşme ve gecekondu yapım/yıkım mücadelesini, köylünün işçi olmasını, bunun sosyo-psikolojik belirtilerini, sınıfsal ayrışmanın belirgin olmasını ve arada sistemin değişmesine dair isteklerini dillendirdiler, bu uğurda örgütlenip mücadele ettiler, asıldılar ve fakat unutulmadılar.
Kan-revan pahasına Türkiye, bir aydınlanma çağına girdi. Ancak şimdi mumun ışığı azalmış, lambanın fitili yanmış ve fanusun gazı azalmış, ışığın şiddeti düşmüş ve karanlık yoğunlaşmıştır.
*
Göçmen sözü, çokça çağrışım yapmaktadır: Göç-göçmen, muhacir, sığınma-sığınmacı, kaçak, seyyah-seyahat. Bu insan göçü; memleket, devlet içinde veya dışında olmaktadır. İnsanlar; tahsil, geçim, meslek edinmek, kaçmak için yer değiştirmektedir. Bu nedenle göç, dar-geniş kapsamlı veya rızalı-mecburi olmaktadır.
Mecburi-kitlesel göçler; savaş, deprem, yangın, sel, isyan gibi nedenlerle yaşanmaktadır. Göç; belli yere iskân veya memlekette serbest yerleşim şeklinde olmaktadır. Osmanlıda aşiretlerin iskânı, zapedilmiş yerlerin meskûn ve güvenli duruma getirilmesi (zapt, işgal, istila ve ilhak) şeklinde olurken Cumhuriyet döneminde Tunceli İskân Kanunu, 1925,1930-1932 olaylarında Kürtlerin sürgün edilmesi, 1990 Terör olaylarında köy yakmaları/boşaltmaları ve sürgünler şeklinde devam etmektedir.
1906 Adana ve 1915 Ermeni Kırımında arta kalan malların satılıp tasfiyesi için “Emval-i metruke malları ve izalesi hakkında kararname” çıkarılmış ve böylece, talan, gasp olayları kapatılmıştır. Ama yara hala kanamaktadır. Kimsesiz çocuklar “Yetimhane”lere alınmış ve eğitimle “mutlu Türk” olmaları amaçlanmıştır. Dersimi bombalayan pilotlardan olan Sabiha Gökçen bu okullardan yetişmiştir. Yahudi olan Tekin Alp, Yahudilerin İbranice yerine Türkçe ile ibadet etmelerini istemiş ve öldüğü zaman “kimsesiz” olarak Belediye tarafından defnedilmiştir.
Türkiye’de sorun başlıkları çok ve çeşitlidir: Modernizasyon, şehirleşme, mekanizasyon, iletişim, yol, su, elektrik, okullaşma, ticaret, fabrika, bazar, işte uzmanlaşma, fuhuş, dilencilik, soygun, eğlence, konut, gecekondu, mafya, kumar, ihbar, sabotaj, dil yasaklama, hanelere baskın, toplu tutuklamalar, işkence, ekonomik abluka, tarım sahalarının ve hayvancılığın bozulması, sıkıyönetim, OHAL, Seyahat ve toplantıların, siyasetin sınırlandırılması-yasaklama, yetersiz kamu hizmeti, cezaevleri inşaatları ve aşırı dolgunluğu, tecrit-işkence, faili belli ve fakat işlem görmeyen ölümler-infaz, insanlık dışı muamele, Kayyum yönetimi, siyasete baskı ve yasaklama, parti kapatmaları, ev-aramaları, ırza tecavüz, adam kaçırmalar, keyfi uygulamalar, ölçüsüz devlet şiddeti, sokağa ve otlatmaya çıkma yasakları, yasaklanmış bölgeler, bombalamalar, savaş uçakları, helikopter, SİHA’lar, kimyasal ve gazlı silahlar, mezar yıkmaları, cenazelere işkence, cenazelerin gizli definleri ve sahiplerine verilmeyişi, sivil namazların yasaklanması, dernek ve kültürevlerinin kapatılması, düğün ve konvoylarda renli flamaların yasaklanması, müzik bantlarının ve kitapların suç delili sayılmaları, terör olayları, basın ve medya üzerinden yapılan manipulasyon ve algı oluşturmak yani gerçeği gizlemek, kumpas ve sabotajları gizlemek, hükümranı öven ve onaylayan teksesli bir medya yaratmak, muhalifi ezmek, devleti kutsamak, orman için ağaçları kesmek, yolsuzlukları örtmek, ötekileştirip işlevsiz ve mahrum bırakmak, demokrasi ve insan haklarından uzaklaşmak, hukuktan kanuna ve kanundan kararnameye ve buradan emre, itaata ve teslimiyete varmak, demokrasinin aslı olan rekabet, yarış, liyakat yerine emre-verilene teslimiyetle sadıkat göstermek, talep yok görev vermek/almak ve son afedilmek var…
*
“Tavhane Çocukları” bir gazeteci titizliği ile yazılmış. Bilindiği gibi gazete bir varlıktır ve bunun çeşitli sayfaları, köşeleri, cepheleri vardır. Herkese seslenir ve herkes kendisine bir köşe bulur. Adnan Gerger de herkesime seslenecek şekilde bir dizi olay sıralamakta ve arada romantik anlatımlarla bağlantı kurmakta, polis-adliye muhabirliği hünerini sergilemektedir. Olayın nedeni ve çözümü öncesinde ve sonrasında, başka bir bahara kalmaktadır. Dramatik olan olaylar, vicdanları kanatmaktadır. Toplumsal yapının sorunları örneklenmiştir, biraz çekimser açıklanmıştır. Roman, asparagas haberle/ olayın çarpıtılmasıyla başlamakta ve mankurt olmuş babanın oğlunu ve yazarı öldürtmesiyle sona ermekte ve bir bulut kayıp gitmektedir. Roman 22 bölümden oluşmaktadır.
Davul-zurna, çağrı/haber aletleridir. Elektrik ve hoperlorün bulunmadığı Kâhta’da 1950-’60 arasında Belediye Bekçisi Dêmıro(Hüseyin), bekçi düdüğünü çalarak çarşının orta yerine gelir, beraberinde getirdiği davul-zurnayı Gevendelere çaldırır ve sonra “Dikkat! Dikkat!” der düdüğünü üç defa öttürürü. Belediyenin ilanını alçak sesle okuyan kâtibin sözlerini bağırarak tekrarlardı. Arada davul-zurna çalınır ve böylece ilanat yapılırdı.
Düğün ve derneklerin, askere gidişlerin, önemli kişileri karşılamanın, govend-dilan tutmanın (halay) savaşa çıkmanın habercisi ve çalgısıdır davul-zurna. Zurnacı, çalgının, sesin etkisiyle esriyebilir, transa geçip vecde gelebilir ve böylece sermest olup baygın düşebilir. Nadirdir ama olur. Fakat zurna ile aşküflendiği daha görülmemiştir. Kaval ve flütün sesi yanık ve nefesi kesiktir, acı ve ızdıraptır, hüzün ve elemdir. Piyano kalbe dokunur, Tembur/bağlamanın telleri yürek titretir. Ama zurna ile şaka olmaz, “zurnanın son deliği” vardır, bakarsın “zurna zırt eder”. Zurna eşliğinde sevişmek ve dillere destan olmak bir “alamet-i farika”dır.
Adnan Gerger’in yazdığı “Tavhane Çocukları”, Türkiye’nin sorunlarını ve özellikle “Sokak Çocukları Sorunu”nu kavramak ve tedbir alınması için gayret gösterilmesinin bilincine varmak bakımından okunmalıdır.