İNTİKAM / OKŞAN KARAKAYA
Kalabalıktı. Orta kapıya yakın, camdan dışarıyı seyrediyordum. Üç bilemedin beş durak sonra ayakta zar zor yer bulan bir genç yaklaştı kapıya. Yolculuk boyunca bana bakıp durdu. Bir an olsun göz göze geliriz ümidiyle, üzerimdeki dikkatini hiç kaybetmeden…
Benimse bakışlarım pencerenin dışına doğruydu. Oysa görüyordum bana baktığını. Yanından geçen yolculara aldırmadan, aramıza giren tutacaklara yenilmeden bakmaya devam etti. Başının üzerinde gezinen kıllı kol altlarına, yüzüne yüzüne üfürülen acı nefeslere aldırmadı. İki adım kıpırdayıp kendini kurtarabilirdi ama yapmadı. İneceği durağa vardığında dahi vazgeçmedi tıpkı benim senden ve bir an olsun beni görürsün ümidinden vazgeçmediğim gibi. Dışarıya çevrili bir başım olsa da her hareketini fark edebiliyordum. Bu, seni hiç istemesem de anlamama neden oluyordu. Demek sen de tüm çırpınışlarımı görmüş fakat aldırmamıştın… Zerre rahatsızlık duymadan hem de…
Genç, son defa bana döndü, o son anın nasıl ümitle dolu olduğunu benden daha iyi kim bilebilir? Nietzsche’ye kızgınım. Ümit işkenceyi uzatır, doğru söylemiş. Yine de bunun altını çizip farkedilir hale getirmeseydi keşke. Çünkü ümitsiz yaşayamaz insan, hiç bir tat alamaz onsuz hayattan… Yaşamak, bir yandan beklemek demek… Gelmeyeceğini bildiğin şeyleri. Ya da gelenlerin, beklerken hayal ettiğin kadar gerçekte heyecan vermediğini görmek. Yine de düşlemeden, beklemeden, ummadan edemiyor insan.
Genç indi. Otobüs hareket etti. Giden bendim oturduğum yerde. Gözden kayboluşumu seyrettim. Onun gözünde benim, benim gözümde senin kayboluşunu… Fark edilmemek hislerin en kahredicisiydi. Bunu bilerek tuhaf bir zevkle dışarıyı seyretmeye devam ettim. Henüz bir ısırık dahi almadığı gofretini abisine kaptırmış çocuğun, mahalledeki sümsük çocuğa çelme takması gibi bir şeydi… Senden alacağım intikamı otobüsteki bir gençten aldım bugün…