DAVULTOZU / MÜSLÜM KABADAYI
-Osman Amca, yarın şu kağıda yazdıklarımı almadan gelme ha!
-Ne zaman almadım be Bayram isteklerini?
-Bizi hiç kırmadığını bilmez miyim? Benimki latife olsun diye…
-Hiç seni kırar mıyım Ciloz Bayram’ım? Yarın akşam çadırında bil yazdıklarını.
-Sağ olasın Osman Amca. Haydi iyi geceler…
Çukurova sıcağında, toprağın yalımında sabahın köründen akşamın karanlığına kadar pamuk toplamaktan yorgun düşmüş bedenleriyle derin uykuya geçti ırgat. Elci Cahal Osman, ırgatın halinden anlar, onların çarşıdan isteklerini yazdıkları kağıtları toplar, ihtiyaçlarını görmek için elinden geleni yapardı. Okuma yazması olmadığı için kafadan hesap yapmayı iyi bilirdi. Irgatın günlük teslim ettiği pamuğun miktarını, onlar için yaptığı harcamaların hesabını da matematiği kuvvetli olan kızı Hatice tutardı.
Sabah gün ışımadan kalkan ırgatı tarlaya gönderdikten sonra, ceketinin iç cebine koyduğu büyüklü küçüklü, kimi yırtık, kimi sigara paketinin, kimi çimento, kimi de gazete kağıdının boş yerlerine yazılmış sipariş yazılarını düzenledikten sonra Adana’ya giden otobüse bindi. Ceketsiz çarşıya pazara hiç çıkmazdı. Evden, çadırdan dışarı ceketsiz çıktığında, kendini çıplakmış gibi hissederdi. Sanki ceketle doğmuş gibiydi. Kapıdan çıkmadan ilk işi onu sırtına giymekti.
Yıllardır buralara ırgat getirip götürdüğü için köylere çalışan arabaların şoförleri, yolcuların birçoğu onu tanırdı. Hemen selamlaşıp hal hatır sorduktan sonra, onu en öne oturturlardı. Ne de olsa düzenli müşterileriydi, daha da önemlisi dili çok tatlıydı. O, kolay kolay kimsenin kalbini kırmaz, yumuşak çenesiyle kalp kazanmayı bilirdi.
Yerin yalımını savurarak ilerleyen önü burunlu yeşil otobüsün şoförü Uzun Şevket, ceketini kanat yaparak oturan tatlı müşterisine seslendi:
-Bugün neler alacaksın ameleye Osman Amca? Taşköprü esnafının bugün bayramı desene!
-Her zamanki gibi be Şevket. Yiyecek, temizlik malzemesi, un, tuz, şeker, çay işte canım. Arabayı çadırlara kadar götüreceksin dönüşte ha!
-Sen kirasını verdikten sonra sözü mü olur Osman Amca?
-Bazıları mırın kırın ediyor da…
-Sen onlara bakma canım, senin sözün her zaman yürür bu ovada.
-Var olasın Şevket’im. Allah seni sevdiklerine bağışlasın.
-Seni de yanımızdan eksik etmesin.
Yolcular; çarşıda ne yapacaklarına ilişkin sohbetle, muavine laf atmalarla, aralarında şakalaşmalarla Taşköprü’ye vardılar. Burada otobüsü Seyhan kıyısına çeken Uzun Şevket, yolculardan ücretlerini topladıktan sonra hemen dondurmacının yolunu tuttu. Cahal Osman da çarşının…
Gıda toptancısından un, tuz, şeker ne varsa sipariştekileri aldı. Bir kağıtta yazılan iki şeyin kendilerinde olmadığını söylediler. O kağıdı iç cebine koydu, diğer kağıtlarda yazılanları almaya devam etti. Bunları at arabasına yükletip otobüse getirtti. Arabanın üst bagajına yerleştirdikten sonra listedeki eksik kalan iki şeyi bulmak üzere Büyüksaat tarafına gitti. Oradaki tanıdığı bakkala kağıdı uzatıp:
-Bu siparişi nerde bulurum? Tarif et hele bana, dedi.
Yazıyı okurken ne istendiğini anlamakta bocalayan Bakkal Cafer:
-Osman abi, ben bundan bir şey anlamadım. Şu ilerideki kuyumcuya bir sor bakalım, dedi.
-Yahu pamuk tarlasındaki amelenin kuyumcuya siparişi mi olur? Yine de bir sorayım bakalım. Ne de olsa sarraf canım, diyen Cahal Osman, asfaltı pişiren sıcağın yalımıyla ter topuğundan aktığından, soluklanmak için caminin yolunu tuttu. Hemen şadırvana gidip önce ılımış suyu kana kana içti. Sonra elini yüzünü yıkadı, şapkasını çıkarıp saçını ıslattı, boynunu serinletti. Azıcık da göğsüne su serpmeyi ihmal etmedi. Kendine gelir gibi olunca tarif edilen kuyumcuya doğru yürüdü. Kapıdan içeri girip selam verdi. Kuyumcunun, “Bu sıcakta bunlar giyilir mi?” dercesine şapkasına, ceketine baktığını görünce cebinden kağıdı çıkarıp uzattı. Çivi yazısını sökermişçesine kağıdı inceleyen ve muzipliği tutan Kuyumcu:
-Amca, bunu kim istedi senden? diye sordu.
-Ben elciyim bre oğlan. Ameleden biri istedi.
-Ha, anladım. Sen bunu şu köşedeki eczaneye sor. Onlarda bulunur.
-Şu ilerideki mi?
-İyi bildin. Orada vardır amca.
-Haydi hayırlı alışverişler.
Öğle sıcağında da Adana’da çarşı pazar dolaşmak, insanı canından bezdiriyordu. Cahal Osman, Ciloz Bayram’a verdiği sözü hatırladı ve eczanenin yolunu tuttu bu kez. Genç bir amelenin isteği hiç ihmal edilir miydi? Köyde de komşu sayılırlardı. Sabah akşam yüz yüze bakarlardı. Olsun, yorgunluk geçerdi ama kalp kırıklığı tamir edilmezdi. Debil dübül yürüyerek eczaneden içeri girdiğinde, tavandaki pervaneden vuran serinlikle derin bir nefes aldı. Soluklandıktan sonra eczacı kalfasına elindeki kağıdı uzatıp:
-Kaç yere uğradım evlat, bunların sizde olacağını söylediler en sonunda. Haydi beni başka yere yormayın da şunları verin bana, dedi.
Kağıda birkaç kez göz atan Kalfa, bıyık altından gülerek kağıdı masada oturan orta yaşlı eczacıya uzattı. Duruşundan, bakışından ağırbaşlı olduğu anlaşılan eczacı, kağıtta yazılanı okuduktan sonra başını kaldırıp karşısında ağzından çıkacak sözü pürdikkat bekleyen Cahal Osman’a baktı. Eliyle sandalyeyi işaret ederek:
-Amca şöyle bir otur, soluklan hele. Önce bir çayımızı için. Haydi Cevdet, ocaktan bir çay ver amcana! dedi.
Nihayet aradığını bulduğunu düşünerek içi rahatlayan Cahal Osman, ağır ağır gösterilen sandalyeye oturdu. Hemen cebinden tabakasını çıkarıp tütününü sarmaya başladı. İkincisini de eczacıya verdi. O arada çırak çayı getirip önündeki sehpaya koydu. Muhtar çakmağını çıkarıp önce eczacınınkini, sonra kendi sigarasını yaktı. İçine çekip ağzından burnundan dumanlar havaya karıştıktan sonra:
-Efendim, neymiş merak ettim bu bizim Ciloz Bayram’ın siparişi? Kaç yere sorduysam bilen olmadı. Sonunda neyse ki sizde varmış. Yoksa bizim genç komşuya mahcup olacaktım, dedi.
Onu sessizce dinleyen eczacı:
-Üzgünüm amca, bunu sana yazan kim ise senin saflığından yararlanmış. Davul tozu, minare gölgesi hiç çarşıda pazarda satılır mı? Seni yormak istemiş anlaşılan. Ayıp etmiş ama, dedi.
-Demek öyle ha! Vay Ciloz Bayram vay! Demek sen de okuma yazma bilmediğimi böyle yüzüme vurdun ha!
-En iyisi mi sen kursa yazıl da o gençlere dersini ver tecrübenle amca.
-Kızım hep söylüyordu, “Baba sana öğreteyim şu alfabeyi,” diye. Kendime yediremiyordum. Elin gençlerinin oyuncağı olmaktansa kızımın talebesi olurum daha iyi, diyen Cahal Osman, eczacının elindeki kağıdı alıp iç cebine koydu ceketinin. Oradakilere mahcup gözlerle bakıp teşekkür ettikten sonra, Taşköprü’nün yolunu tuttu.