LOADING...

En üste git

Temmuz 7, 2025

Garip Can’dan Bir Garip ORHAN VELİ’ye/DENİZ GARİPCAN

 

 

Size bu mektubu hiç rastlaşamadığımız kalabalık şehrin payımıza düşen tenhalığının, ayaza kesen kara bir gecesinde; ayak izlerimizin değil ancak yüreklerimizin, acılarımızın buluştuğu Ankara’dan yazıyorum.

 

Her şey var burada, adı üstünde Başkent. Havası ağır, yükü ağır insanı sağır … Betonlara çarpa çarpa yürüyor, adımlar da işler de… Şeytan diyor ki: Aç pencereyi bağır bağır sabaha kadar” lâkin burası Ankara!  ne denizi var ne martıların başımızın üzerinde dönüp durduğu sahili ne de sesimizi, içimizi dökecek kederimizi alıp götürecek akan bir deresi var. Varlık içinde yokluk çokluk içinde dibine kadar yalnızlık dibine kadar ıssızlık…

Zemheri soğuğunda kaldırıma oturmuş elindeki müzik aletini nefesiyle üfleyerek ısınmaya çalışan çocukların bakışıyla tutuşur yüreğim. Kibritçi Kız’ın hikâyesi düşüyor aklıma. Aklım uçar uçar da konacak bir dal bulamaz. Yüreğim aklımdan da deli uçacak uçmasına da lâkin kırık kanatlarıyla kendini savurup bir vicdan çatısının saçaklarına konduramaz…

Ne ağladığımızda sesimizi duyan ne gözyaşlarımıza yüreğiyle dokunabilecek kabiliyette insanlar kalmış buralarda… Şimdilerde öyle bir telaş öyle bir yanılgı var ki; alabildiğine yarış halinde kelimeler ancak kitapların sayfaları arasına hapsedilmiş. Bir anlatıdan öteye taşınamayacak kadar ağır yüreğimizde taşıdıklarımız… Kitabe-i Sengi Mezar’larımızı hazırlıyoruz kim bilir!

Sizler gibi yalın bir Garip Akımı başlatamadık lâkin garip bir akımın peşinde; kitabın çok, okuyanın yok olduğu; kendi sesimizin yankılarının kendimizde kaybolduğu, şirazesini yitirmiş mısraların, sözcüklerin arasında volta atıyoruz. Duygularımız, kayıp yüreklerini arıyor. İnsanı okumak gerekiyordu oysa…Ne düşündüğünden ziyade ne hissettiğini en çok da…

Diğer taraftan bu şehrin sokaklarında yalnızlık devriye geziyor. Yokuşların en tepesinden üstümüze üstümüze yuvarlanıyor, duyarsızlığın kol gezdiği çaresizlik. İçimiz avaz avaz suskun, dışımız zemheri bir ayaz çığlık çığlığa ve ürpertici. Kalabalıklardaki yalnızlık…

“Bilmezler yalnız yaşamayanlar, Nasıl korku verir sessizlik insana; İnsan nasıl konuşur kendisiyle, Nasıl koşar aynalara, Bir cana hasret Bilmezler.”

Kimi vakit mısralarla konuşuyor zihnim. Ne çok benzeşirmiş yalnızlığı da insanın ve ne çok izler taşırmış dünden bugünlere yaşanan hisler… Bu devir sizinkinden çok uzak değil hâlâ aynı kaçtığımız şeyler lâkin sizin gibi şanslı değil bu devrin çocukları; ne Tanpınar gibi bir öğretmene rastlayabilmiş ne de sizin gibi dertleri şiirden duygudan ibaret. Dijital medyanın esaretinde geçen bir örümcek ağının pençesinde zihinler. Tutkusu olmayan ne bilsin ki gönül deryasının kıyıya vuran sesini. Kuş cıvıltıları arasında yaprakların musikisini.

Her şey bizim için burada bu kentin griliğinden kurtulamayan fikirler mavi bir gökyüzünün özleminde her an. Buralı değil düşlerim, buralı değil hislerim. Burada sizin yaşadığınız günlerdeki Dünya Savaşı çoktan bitse de ekmek kavgası kıyasıya ve artık dünyada başka türlü savaşların içinde insanlık… Kalbin ve ruhun bir noktasına dokunmak yerine mekanik tuşların şövalyeliği popüler.

Kıyasıya bir kör dövüşü… Fildişi kulelerinden el sallayan, gerçeklerle bağını koparmış bir güruhun kahramanlık masallarını dinliyor yetim kalmış insanlık. Her şey sizin için demiştiniz bir şiirinizde alınlardan akan terin kimin için olduğu, günümüzde de mâlum… Keşke insanlık için olabilseydi bunca telaş bunca yarış ve de verilen onca çaba…

Bir taraftan yapılması gereken yığınla iş, ülkemiz adına diğer taraftan yığınla işsizlik…” Cep delik cepken delikyürekler yaralı, fikirlerde bir kara delik. Ölümden ölüme kaçar mı insan? “Biliyorum, kolay değil yaşamak, Gönül verip türkü söylemek yâr üstüne”  Siz bunu başarmışsınız üstâd.Deli eder insanı bu dünya keşke deli olacağımız şeyler o vakitlerdeki gibi yıldızlar, hoş kokular ve tepeden tırnağa çiçek açmış ağaçlar olsaydı gam yemezdim…

Keşke bu devrin insanı da duyguları gün yüzüne çıkarabilecek buluşların kahramanı olarak kendi hikâyelerinde başrol alabilseydi. Keşke tek derdimiz şiirin özgünlüğü, özgürlüğü kadar toplumun bahtiyârlığı olabilseydi günümüzde de… Bu şehrin gürültülü sokakları, içindeki sesi duyamayacak kadar sağır etmiş insanları. En az sizin kadar ben de tarifsiz kederler içindeyim”

Şiirin veznini, hece sayısını eleştirenler bir insanın kalbine giden yolun tarifini yapamadılar şimdiye kadar ve sormadılar bir insan çaresizliğinin ıstırabını, nasır şiire girene kadar. Şiir şuh bir kadın gibi doksan, altmış, doksan ölçülerinde; kulağa ninniler fısıldayan bir peri kızı olmalıydı belki de onların gözünde. Belki bu yüzden; gariplerin garip mısralarına düştü anlatamamanın verdiği elem,  içimizi kor gibi yakan sözlerin sadeliği, tek derdi anlaşılmak olan bir yüreğin yüklendiği acı…

“Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Göz yaşlarıma, ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum!”

Rahat uyu Veli’nin oğlu Orhan Veli, İstanbul’u dinlerken gözlerini kapatıp yüreğini insanlığa açan şair her şey insanlık için kelle fiyatına hürriyet esirlik bedava” “Kimisi Ahmet Bey, kimisi Ahmet Efendi” hâlâ burada acayip bilmecenin bilenleri bilmeyenleri… Cımbız hafif kalıyor artık yüreğimize batan dikenleri çıkarmak için… Bize şiirin sarhoşluğunda neşter gerekli ancak…

Bedava yaşamak sizin döneminizdeymiş sanırım Orhan Bey, ekonomideki kara delik hâyâllerimizi de yuttu. Doğmak da ölmek de ateş pahası. Yaşamak da her gün ölmektir burada.

“Handan, hamamdan geçtik
Gün ışığındaki hissemize razıydık
Saadetinden geçtik
Ümidine razıydık
Hiçbirini bulamadık
Kendimize hüzünler icadettik
Avunamadık
Yoksa biz…
Biz bu dünyadan değil miydik?”

 

Belli ki bizim gibi insanlar da bu dünyadan değil!

Dedikodu türlü türlü konularda geç bunları anam babam diyor ya şiiriniz geçemedim ne şiirden ne yaşamdan ne de bizi biz eden nice duygudan…

Selam olsun memleket derdine düşenlere ve memleket için ölenlere, harflere neşe getirenlere: Oktay Rıfat’a, Melih Cevdet’e ve Dalgacı Mahmut’a! Uyuyanlar uyandığında yine maviye boyanmış görsün gökyüzünü… Selâm olsun Ey Garip Orhan Veli selâm olsun bizden sonraya…

 

“Yarına ümitle yürüyenlere
Bir selâm uçuralım.”

 

 

Loading

Sosyal Ağlarda Paylaş:
Önceki Yazı

HER DURAĞIN HİKAYESİ/ELİF KARABULUT

Sonraki Yazı

GECE ŞİİRLERİ / ÖZGÜR ÇAKABAY

post-bars

Bir Yorum Yapın