BOŞLUK / ZEYNEP KASAP
‘’Anladım ki, boşluk ancak ölümü özümseyene dek varlığını sürdürebiliyor. ‘’
Susanna Tamaro
Doluyum abla dedi şoför koltuğundaki adam dolmuşuyla hızla geçerken. Boğazına kadar borç doluydu. Üstüne üstlük ev kirasının günü de her ay koşarak geliyordu. Elektriği, suyu, arabanın benzini, tamiri vergisi hep cepten yemesi. Çocukların kitabı defteri üstü başı eksiği gediği. Hanım çoluk çocuk ihtiyaçlar bitmiyordu. Kazandığı para ne yapsa yetmiyordu. Ekmek teknesi zor dönüyordu. Yüzünden boncuk boncuk terler inerken bir eliyle gömleğinin yakasını çekiştirdi sıkıntıyla. Derin bir of çekti içinden. İmkân olsa tüm yolcuları güle oynaya almaz mıydı? Alamadığı her yolcuyu para sayar gibi sayıp geçiyordu iç geçirirken.
Elleri kolları dolu, önünden hızlı geçip giden dolmuşun arkasından uzun uzun ağlamaklı bakakaldı Gülşen. Yirmi dakikadır dolmuş bekliyordu. Bedeni ayaklarını zor taşıyordu. Artık iyice yorulmuştu. Evde, dışarıda, bütün yük onun üzerindeydi. Yemeği, alışverişi, çamaşırı bulaşığı idaresi ceremesi. Evde koştur dışarda koştur. Sıcak bir yandan, kalabalık bir yandan, ellerindeki yük bir yandan sabrını taşırmak üzereydi.
Umutsuzca baktı giden dolmuşlara, otobüslere vasıtalara “Bir tanesi de boş geçse ya…” Dolmuşa kızdı, kocasına kızdı, kendine kızdı. Tanrıya kızdı. Bir gün de benimle uğraşmasa. Reva mıydı bu hayat ona.
Söylene söylene metroya doğru yöneldi. Bulunduğu yere on dakika mesafede. En azından ne kadar sürede varacağım bekleyeceğim belli diye düşünürken bir taraftan da yol, gözünde büyüdükçe büyüdü. On dakikalık yürüyüş mesafesi bir saatlik gibi geldi. Normal zamanda metroyu pek tercih etmezdi.
“Tamam hızlı olmasına hızlı gidiyor ama işin yoksa trene ulaşana kadar yürü babam yürü içinde. Ama ne yapacaksın şimdi? Çok geç kaldım. Beklemekten de yorulmuştu. Kim bilir ne zaman denk gelecekti dolmuş. Mecbur. Tek çare Metro. Yürü Gülşen yürü bakalım yine tabana kuvvet.”
Metro girişine geldiğinde durağa gelmiş olmanın huzuru ile siniri geçecek gibi olduysa da kocaman harflerle yazılmış yazıyı görünce öfke olup gene doldu.
Adımları bir an umutsuzlukla durdu.
“Arızalıdır. Anlayışınız için teşekkür ederiz. “
“Hah tam sırası” dedi içinden. “Bir kez de çalışsan şaşarım! Hep mi bana denk gelir! Hiç mi çalışmaz. Hep mi arızalı bu meret. Her şey mi üst üste gelir hep böyle” diye içinden söylenirken
Arkasından sinirli kalın tok bir erkek sesi duyuldu.
“Boş boş ne bakıyorsun öyle kadın! yürüsene!’’ Sıçradı bir an.
Başını bir an sinirli adama doğru çevirip ama yarı suçlu bakıp attı adımını.
Yürüyen merdivenlerde elindeki ağırlıklarla ağır ağır yürüyordu şimdi söylene söylene oflaya oflaya. Biz bilmiyoruz sanki öyle koşmayı uçup gitmeyi.
Senin yerinde olsam bende basar giderim.
Az önce ona kızan adam ikişer üçer atlayıp yitmişti boşlukta sanki. Şimdi gözleri yanından geçen gence değince devam etti ister istemez öfkesi. Koş sende koş bakalım nereye yetişeceksin. Acele giden ecele gider derdi rahmetli ninem. Herkesin işi acele. Herkes anca kendini düşünsün. İki dakika durup sağıma soluma bakayım yardıma ihtiyacı olan var mı diyen yok.
Eskiden böyle miydi? Böyle miydi gençliğinde kendisi? Elinde poşeti çantası zor taşıyan birini görse sarılırdı hemen ellerine yardım edeyim diye.
“Ne hale geldik. Nerede o ince düşünceler yardımseverlik insanlık. Gencecik delikanlı, görüyor işte beni. Nasıl zor taşıyorum nasıl zor yürüyorum. Ne vardı şu elimdeki poşetlere yardım ediverse indiriverse aşağıya. Ölür müydü yani? Aynı yere gidiyoruz işte. Ama suç bunlarda değil. Kim bilir hangi ana baba nasıl yetiştiriyordu bu çocukları”
Kendi evlatları öyle miydi ya. Saygılı, yardımsever, düşünceli, çalışkan. Analığından omzu havalandı. Gözleri sevgiyle ve gururla dolarken yükü hafifleyiverdi bir anda. Aynı saatlerde kızı sınavda boşlukları doldurmaktaydı.
Turnikelere ulaştığı zaman yolcu kartının boş olduğunu hatırladı. “Yeter artık valla pes. Hep üst üste gelir zaten geldiği zaman. Sakin ol Gülşen. Sakin, sakin.” Adımlarını geriye doğru salıp kartına para doldurup geçti. İkinci merdiveni de oflayarak bezginlikle yavaş yavaş indi. Perona doğru yaklaşırken kalabalık ve gürültü çoğaldıkça merakı da artıyordu.
“Ne kadar çok yolcu var gelen. Hiç bu kadar kalabalık olmazdı. Ne kadar çok gürültü. Bugünün tarihi neydi? Bir etkinlik falan mı var yoksa. Nerden gelip nereye gidiyor bu insanlar “ diye düşünürken ne olduğunu anlamadan çoğaldıkça çoğaldı kalabalık bir anda.
İki adım ötesinde yüzündeki kırışıklardan tahmin ettiği kadarıyla altmış yetmiş yaşlarında olan saçları yeni boyanmış yaşına hiç de uymayan pembe ruju pembe elbisesi pembe pabuçları ile sinirli sinirli bakan kadına yanaştırdı sesini.
“Affedersiniz bir sorun mu var? Neden bu kadar kalabalık biliyor musunuz acaba. Tren arıza mı yaptı yoksa?”
“Yok yok arıza falan yok. Çocuğun biri intihar etmiş. Atmış kendini trenin önüne. Mecbur bekliyoruz şimdi. “
“Ne kadar da rahat söylüyor çocuğun ölümünü. İnanılır gibi değil.”
Gülşen yol boyu taşıdığı öfkeyi bırakırken aynı anda kalan boşluğa şaşkınlığı ve hüznü yüklendi. İçi acıdı ölen gence. “Neden’’ derken çocuğun ölümüne dair bin bir ihtimali sığdırıverdi düşüncelerine. “Ne derdi vardı acaba? Dersleri mi kötüydü? Sevdiğinden mi ayrılmıştı? Uyuşturucumu kullanıyordu? Evde mi sorunu vardı? Ana babası hiç mi farkına varmamıştı? Anası babası var mıydı?”
“Yazık” diye mırıldandı yaşlı kadının yüzüne doğru bakarak. Birden sinirlendi karşısındaki yaşlı kadın.
“Aman ne yazığı. Zorla mı atmışlar sanki onu tren raylarına. Hem kendini atacak yer mi bulamadı mı bu güzelim günde. Bir saattir burada bekliyoruz onun yüzünden. Geç kaldım arkadaşlara. Ne güzel karşıya geçivermiştim şimdiye. Ne hakkı var bunca insanı işinden gücünden yolundan alıkoymaya” diye söylenirken geçen yıllarını yaşayamadıklarını yitirip gitmenin boşluğunu doldurmaya çalışıyordu aslında.
Eli ayağı boşaldı Gülşen’in
Ne kadının söylediklerine ne de trenin önüne atlayan gence inanamadı.
Elindeki poşetleri yere bırakıverdi Gülşen.
Uğultu, kargaşa, her kafadan bir ses vardı.
Kiminin dilinde ah kimin de of kiminde ise vah vah
Herkes bir boşluğu doldurdu.
Metro istasyonunun her zaman yankılanan boşluğu gürültüyle doldu.
Sırt çantasının yükünü perona, kendi yükünü tren raylarına bırakıvermişti on sekiz yaşında bir genç. Muhtemelen ruhundaki boşlukların yerine koyamadıklarından olsa gerek, doldurdu içindeki boşluğu ölümle.