BİR EDEBİYAT EMEKÇİSİ ALİ OZANEMRE/SADIK ÇİL
SADIK ÇİL: Ali ağabey merhaba, seninle yıllara dayanan bir geçmişimiz var ama Tersakan Sanat okuyucuları için kendini tanıtır mısın? Ali Ozanemre kimdir?
ALİ OZANEMRE: Sevgili kardeşim, özellikle söyleşi ortamında kişinin kendisiyle ilgili bir şeyler söylemesi sanıldığı gibi kolay değil. Zor soruyla başladın. Yine de Melami yanımı öne çıkarmadan ve kendimi kasıntıya kaptırmadan kısa bir yanıt vermeye çalışayım: Ali Ozanemre, kütükteki kayda göre 1950’de Osmaniye Düziçi Akdere-Varsak (Farsak) köyünde, az topraklı yoksul bir ailede doğduğu için tek seçenekli gelmiştir dünyaya; solcu olmak. Belirtmeden geçmemeliyim; köyümüzde ilkokul yoktu. Daha yakın köylerde açılan ilkokullarda olmak üzere üç ayrı köy okulunda okuyarak ilkokulu bitirdim. O zamanlar bucak olan ilçemizde Köy Enstitülerinin uzanımı olan Düziçi İlköğretmen Okulunda 6 yıl parasız yatılı okuyarak önce ilkokul öğretmeni, 3 yıl da yine parasız yatılı olarak Diyarbakır Eğitim Enstitüsünde okuyup ortaokul-lise (Türkçe/edebiyat) öğretmeni oldum. Sonraları yok edilen parasız yatılılık olmasaydı… Neyse… 25 yıllık öğretmenliğimin sonlarında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdim; emeklilikten sonra da o gün bugündür Adana Barosuna bağlı serbest avukatım. Bir eşim, üç evladım, on kitabım ve sayısını bilemediğim yayımlanma sırasını bekleyen dosyalarım var.
SADIK ÇİL: Ali ağabey röportajın bundan sonraki bölümünde sana Al’abi diye sesleneceğim nedenini de okuyucularımıza senin açıklamanı rica ediyorum.
Ali OZANEMRE: “Al’abi!” Sizin gibi yakın dostlarımın dilinde bana yönelik bu söyleyişin “mucidi” sevgili Hasan Hüseyin Gündüzalp’tir. Çok genç yaşında kaybettiğimiz, aramızdan erken ayrılışı olmasaydı Türk şiirinin, şiir tadında öykülerin, romanların ulusal çapta çok daha yaygın bilinir bir edebiyatçısı olacağı konusunda hiç kuşkum olmayan Gündüzalp, Adana’da avukatlık ofisime sıkça uğrardı. Rahmetli anacığımla her gün birkaç kez telefon konuşması yapardım. Bunlardan bazılarına Gündüzalp de tanık olurdu. Telefonla görüşmelerimden birinde kronik hastalığı olan anacığıma “Nasılsın?” diye sorduğumda “Aman yavrum, nasıl olayım; yılanın soktuğunu akrep de sokarmış, derler.” diyerek bir de samarık (nezle/grip) olduğundan yakınmıştı. Anamın bu sözü, Hasan Hüseyin kardeşimin çok hoşuna gitmişti. “AL’ABİ” başlıklı şiirsel yazısında hem buna hem de söyleşilerimizde geçen ilginç bulduğu başka verilere yollama yaparak yazmıştır o yazısını.
O yazıdan bazı parçalar şöyle (Atladığım yerleri dört nokta/…. ile belirttim):
“AL’ABİ
Artık doğururken bağırmıyor analar, uyutup alıveriyorlar karınlarından ağlamayı bilmeyen bebelerini… Ne desinler: “Uyandığımda göğsümü emiyordu biri…”
….
Acıya kestirmedik nemiz kaldı Al’abi? Demek anan öldü Al’abi; “yılanın soktuğunu akrep de soktu” öyle mi…
acı kardeş, anayı ana çocuğu çocuk yapan acı kardeş, söyle o kara yüreğine, yetmez mi bu kadar terbiye bize, ille de kül mü eleyelim başına?!
Şapka değil ki çıkarıp önüne koyasın, ömür… Deliği ha babam büyüyen bi gözer… Elesen ne olur elemesen ne? “Her yan itağ olmuş” bize Al’abi… Bile bile gidiyor gelen iki bilinmezin arasından… Bilsen ne olur bilmesen ne… Bilsem ne olur bilmesem ne… “Vericiğimi” baktığından dört elle sarılmadık mı güzel ağacının en dingisindeki ya da dallarının en ucundaki “Al beni al beni!” bağıran kırmızılara? Şimdi kucağımızda kırık bir dal, gazel içinde burnumuz, gözümüzde ağlayan bir gökkuşağı…
….
Kentleri suçsuz, cezaevleri çocuksuz kalsın medeniyetin… Anamızın “acı sözlerini bal etti” kentler… Köylüler köyüne dönsün; apartmanlar kapıcısız, siteler bekçisiz, pazar yerleri pazarcısız kalsın Al’abi… Kalsın, hanım bey çocuklarına zahmetler… Köy ürünlerinin önünde kuyruğa girsin marketler… Olmaz mı Al’abi…
….
Bıraksalar “dünyayı cennete çevirebilecek ellerimiz”, “polen konsa öten gönül tellerimiz” vardı… Şaraba meyilli bir düşken, sirkeye kesti ömrümüzün şırası. Önüne koysan ne değişir şapkayı, başına koysan ne? “Umut” deme bana Al’abi, yetmiş yedi göbek birden yekiniveriyor, milyar milyar geçtik de onun üzerinden hep bakire kaldı o soylu soytarı. Var mı göğsünü gerebilen bi delikanlı? “Devrim” deyip durma Al’abi, “devrim” deyip durma… Fevrim dönüyor… Baksana uygarlığa, demokrasiyi bomba yapmış, yağdırıyor… “Şo” bizim kıçı kırıklar, kucaklarını açmış koşuyorlar. Bütün çaba, demokrasi zarar görmesin… Ne menem bir şey şu “demokrasi” dedikleri… Sıtkım sıyrıldı Al’abi… İnançlarımı mı yiyorum ne?! Bağışlasın bizi kızlarımız…
….
Al’abi, diyeceğim bunlar değildi asıl… Diyeceğim, yeniden çocuk olur mu bu koca koca cüceler… Ya bizler nasıl çocuk kalacaz Al’abi… Diyemiyoruz ki “üstü kalsın ömrümüzün…” Şarap olsa hadi neyse… “Herkes kendi bukağısının tutkulu demircisi”ymiş, “güneşlenip gidiyoruz ölülerin gölgesinde”.
Afiyet olsun zıtların birliği.
Ben kadehimi o soylu soytarıya kaldırıyorum Al’abi… Şerifine, umut, ece… Söyle, yaşı var mı çocuk kalmanın?!
Al’abi!
Orda mısın Al’abi, biz, “çocuk” kalabilir miyiz!?” (H.H.G.)
SADIK ÇİL: Al’abi sen edebiyat öğretmeniyken hukuk okudun ve öğretmenliğine avukatlığı da ekledin. Bunun edebiyat dünyana, öykücülüğüne kattıklarını bizimle paylaşır mısın?
ALİ OZANEMRE: Avukatlık havzamdaki yüzlerce hukuk, yüzlerce ceza dosyası elimin altında. Bu dosyalardaki olgulardan elbet yararlanmışımdır. Kiminden şiir, kiminden öykü doğmuş olmalı. Belki duruşlarımda da etki payı vardır onların. Ama yetersiz. Dosyalarımı bu bağlamda elemeden geçirip onlardan uygun bulduklarımı sanat edebiyat malzemesi yapmak, içimde bir uhdedir. Rahmetli Hasan Hüseyin kardeşimin sözünü ettiğimiz yazısında geçen;
“Her yan itağ olmuş” bize Al’abi,
“Vericiğimi” baktığından dört elle sarılmadık mı,
“Umut” deme bana Al’abi,
“Devrim” deyip durma Al’abi,
“Şo” bizim kıçı kırıklar,
Sıtkım sıyrıldı Al’abi,
İnançlarımı mı yiyorum ne,
Bağışlasın bizi kızlarımız,
“Herkes kendi bukağısının tutkulu demircisi”ymiş,
“güneşlenip gidiyoruz ölülerin gölgesinde”,
Orda mısın Al’abi, biz, “çocuk” kalabilir miyiz!?”
gibi her birinden bir şiire, bir öyküye, ustası elinde bir romana varılabilir söylemleri Hasan Hüseyin, o dosyalardan bazılarının kapsamı içindekilerden esinlenerek Al’abi metni içinde kullanmıştır.
SADIK ÇİL: Al’abi Adana edebiyat dünyasında Karacaoğlan denilince akla gelen isim oldun. Ali Ozanemre ve Karacaoğlan’nın yolu nerede kesişti ve neden seninle bu kadar özdeş oldu?
ALİ OZANEMRE: Döne Döne KARACOĞLAN, 10 kitabımdan biri, en oylumlusu. Başlangıcından bitimine 9 yıl kadar üzerinde uğraştığım bir çalışma. Karacoğlan üzerine yazılmış benim bildiğim 100 (yüz) kadar kitabın her birinden, hepsinden ayrılan bir çalışma oldu dersem bu, kuru bir övünme sayılmasın lütfen. Orada, Karacoğlan üzerine yazılmış olanların hiçbirinde görmediğim bir yıl tuttum: Karacoğlan şiirlerinin içine girip aralarında gezindim. Kimi şiirlerin Karacoğlan’a ait olamayacağını nedenleriyle/kanıtlarıyla anlattım. Hatalı derlenip yazıya yanlışlıklarla geçirilmiş olanların doğrusunun ne olması gerektiğini gösterdim. Karacoğlan’da dilsel incelikler, onun söz sanatındaki yüce örnekler, yerel ve ulusal düzeydeki görkemli anlatımlar vb… konular üzerinde dolaştım durdum. Bu çalışmam nedeniyle kimi dostlarım bu büyük ustanın, dedemizin güzel adıyla anar adlandırır beni. Sağ olsunlar. Yolumun Karacoğlan’la kesişmesine gelince: Ben, halk şiirimize hiç de uzak durmamış bir Varsak çocuğuyum. Hepimizin dedesi Karacoğlan da Vaksak aşiretindendir. Doğumumda belki de kulağıma biri, ezan okumadan önce, bir Karacoğlan türküsü çalınmıştır. İlkokul öncesi yıllarımda kendi kendime Karacoğlan’ın, Âşık Kerem’in, Âşık Garip’in, Derdiçok’un ve yöremizdeki başka usta ozanların deyişlerine benzer şiirimsiler ürettiğimi anımsıyorum. Döne Döne KARACOĞLAN’da Karacoğlan, elbette bilinçli seçimim oldu.
SADIK ÇİL: Al’abi seni bulmuşken Adana edebiyatını konuşmamak olmaz. Dernek başkanlığı yaptın dergilerin çıkmasında ciddi emeğinin olduğunu biliyorum. Aslında saygı duyulan bir edebiyat emekçisi diyebilirim senin için. Hem geçmiş dönemi hem de günümüzün dergiciliğini ve tabii ki Adana edebiyat dünyasını yorumlamanı istesem bize neler anlatırsın?
ALİ OZANEMRE: Çukurova Edebiyatçılar Derneği’nin yıllarca başkanlığını yaptım. O süreçte A Edebiyat (ardından Çukurova Edebiyat) dergisini çıkardık. Adana’da yerel başka bazı dergilerin yayımlanmasında da emeğim oldu. Kâğıda basılı Tersakan Toros adlı dergimizi yıllarca omuzladım. Yorulduğum yerde dijital yayımdaki Tersakan Sanat’ın yoluna sizlerle birlikte çıktık. Başımızı, tumduğumuz sudan artık çıkaralım derken güzel şairlerimizden sevgili kardeşlerim Hasan Hüseyin ve Bülent ayrıldılar aramızdan. Ben de Tersakan Toros’un bir bakıma süreğeni olan Tersakan Sanat’ta gereğince yer alamadım. Anadolu Sanat Edebiyat Dergileri Toplantısı için Hasan Hüseyin’le birlikte Gümüşlük Akademisi’nin çağrılısı olarak Bodrum’a gittiğimizde Adana’da yedi (7) adet sanat edebiyat dergisi yayımlanıyordu. Şimdilerde birkaç yıllık dijital deneyimin ardından yeniden basılı aşamaya geçen Yaşam Sanat dergisi dışında sürekli yayımlanan basılı dergi yok Adana’da. Bir de sanal ortamda yıllardır yayımlanan Tersakan Sanat var; iyi ki var. Maraş, Hatay, Osmaniye, Adana ve Mersin’i kapsar diye düşündüğüm Çukurova’nın sanat edebiyat açısından da ne verimli bir coğrafya olduğunu herkes bilir. Yalnız Adana’da bile çok başarılı şairlerimiz, yazarlarımız olmuştur. Unuttuklarım olur kaygısıyla onlardan örnekleme adlar vermek istemiyorum. Yakın geçmişte olduğunca halen yaşayanlar içinde de vardır başarılı yazarlarımız, şairlerimiz. (Aslında bu sorunun yanıtını almak için soruyu, Sn. Ömer Uluçay’a sormak gerek.)
SADIK ÇİL: Al’abi senin edebiyata bakış açını ve etkilendiğin yazarları/şairleri sormak istiyorum. Karacaoğlan dışında en çok etkilendiğin ve mutlaka okunmalı dediğin yazarlar veya şairler kim? En çok hangi yönleri veya eserleri seni etkiledi?
ALİ OZANEMRE: Bu soruya yanıtım, kesinlikle kaçamak, soruyu geçiştirme çabası falan değil. Sorunuz öylesine kapsamlı ki… Şöyle desem: Etkilendiğim, yani aşkla severek okuduğum, doyasıya içtiğim ve mutlaka okunması gerekir diye düşündüğüm öylesine çok yerli ve yabancı şair, yazar var ki… Karacoğlan’dan Yunus’a Pir sultan’a, Yakup Kadri’den Sait Faik’ten Orhan Kemal’e Yaşar Kemal’e, Nâzım’dan Lorca’ya Mayakovski’ye, Jack London’dan Marquez’e Borges’e Unberto Eko’ya Calvino’ya ve elbette H.H.Korkmazgil’e Aziz Nesin’e… (Sabaha dek saysam bitmez.) Adana’dan yakın zamanda geçmiş ve geçmekte olanlardan bazılarının da hatırları kalmasın diye adlarını anmalıyım: İbrahim Sarıibrahimoğlu’dan Demirtaş Ceyhun’a Can Yücel’e, Turan Altuntaş’a, Hüseyin Ferhat’a, Hasan Hüseyin Gündüzalp’a ve Bülent Gökgöl’e… (Dedim ya, saymakla bitmez.) Bunların ve anamadığım daha nicelerinin hangi yönlerinin ve ürünlerinin beni etkilediğine gelince: Ben onların sanatçısı, yaratısı, ürünü, çocuğuyum desem yetmez mi? Örneğin Behzat Ay’ın Dor Ali’si, Oğuz Atay’ın tutunamayanlarından biri benim desem?
SADIK ÇİL: Al’abi adları ne zaman geçse duygulandığımız ve hiçbir zaman unutmadığımız iki isim ve bir dergi adı söyleyeceğim:
Hasan Hüseyin GÜNDÜZALP
Bülent GÖKGÖL
TERSAKAN TOROS
ALİ OZANEMRE: Ölünce “badem gözlü” olanlar körler olsa gerek. Yoksa bizim ölenlerimiz, ölmeden önce de gözleri sanatsal çağla, her biri bir Küp Şelalesi, Kapuzbaşı Çağlayanı’ydı. Hasan Hüseyin GÜNDÜZALP ve Bülent GÖKGÖL aynı elim kazada ayrıldı aramızdan. Arkalarında “yahudisi” olmayan, öyle olduğu için de hak ettikleri boyutta bilinmeyen/anımsanmayan/anlaşılmayan gerçekten büyük şair ve yazardılar. Tersakan Toros sürecinde birlikteydik, sen de aramızdaydın, bilirsin. Gökgöl’ün şimdilik yayımlanmamış olanlar yanında yayımlanan DAVUŞ’taki dizeleri; Hasan Hüseyin’in Cec Ettim Hasretini, Ki Belki, Yuğ, Dul Avratlar Köyü vb yapıtları…
“Ki belki / maddenin / en küçük parçası atomdur diyen / hesaba katmamış aşkları / ayrılıkları” (H H Gündüzalp)
“Ey yazdıklarını yaşayıp / Yaşadıklarını yazanlar, yetişin / Düşlerim öldürüyor düşüncelerimi” (Bülent Gökgöl)
Bu minicik alıntıların yüzlercesiyle Tersakan Toros’taydık. Dergi olarak da yoktu arkamızda yanımızda önümüzde “Yahudi”miz. Zaten biz de istemezdik böyle bir arkalamayı, istemedik de…
SADIK ÇİL: Al’abi çok disiplini çalıştığını biliyorum aynı zamanda çok da üretken bir yazarsın. Bugüne kadar çıkardığın eserleri bize kısaca tanıtır mısın? Bundan sonra yeni eserler olacak mı?
ALİ OZANEMRE: Şimdiye dek yalnız 10 kitabım yayımlandığına göre hiç de üretken biri sayılamam. Kitaplarım şöyle:
*AŞK YOKSA BEN YOKUM: Çağdaş rubailer diyebileceğim bu ilk yapıtım, aslında bir cesaret örneğidir benim için. Tarz olarak halk şiiri değil, serbest şiir değil, rubai… (Aykırısanat y. 1997 Adana)
*İKİNCİ KEREM SONUNCU ASLI / Türk Ermeni Öyküleri: Bu da ilk öykü kitabım. Arka kapakta “Bu kitap şu ya da bu halkı suçlamak, savunmak, yargılamak amacıyla yazılmadı. Savaş çirkindir, kötüdür.” diye yazılmıştır. (Kendi y. 1. b. Haziran 1998, 2.b Nisan 2006 Adana)
*FİLİSTİN SANCISI: Irmak şiir. Tarihte soykırıma uğramış bir halkın zalim devletinin soykırım yaptığı Filistin halkının acılarını acılarım edinmişim. Onun destanı. (Özgün y. Mayıs 1999 Adana)
*Döne Döne KARACOĞLAN: Bu; inceleme, açıklama, düzeltme ve değerlendirme kitabımla ilgili olarak yukarıda kısaca bilgi verdim. (1. b. Yoğunluk y. 1999 Ank. 2. b. Alter y. 2012 Ankara)
*DESTANLAR / Karacoğlan Soyu Ozan Çobanoğlu: Halen yaşayan bir ozan olan İbrahim Çoban’ın halk şiirindeki destanlar tarzında yerel dil ve söyleyişlerle ürettiği şiirlerinin derlenmesi, incelenmesi, değerlendirilip açıklanması… (Kendi y. 2005 Adana)
*ONLAR ÇOCUK KALACAK: Kitaba adını verdiğim öyküde, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının savaşımı öyküleştirilmiştir. Öyküyü şiir tadında severim dediğim öykülerim en çok bu kitapta yer alır. (Karahan y. Mart 2011 Adana)
*ONBEŞ YUNUS KOY’VERDİM BU KIYIDAN: Bir gece karanlığında 15 yoldaşıyla Karadeniz’in sularına gömülen Mustafa Suphilerin hüzünlü destanı… (Ekinsanat y. Ağustos 2012 Ankara)
*KAFDAĞININ KUŞLARI: Fantastik ama daha kolay anlaşılır öykülerimin yer aldığı bu kitap, 3.cü öykü kitabım. (Karahan y. Ocak 2015 Adana)
*AŞKA AÇIK UNUTULMUŞ KAPIMIZ: Bu kitapta değişik zamanlarda serbest biçimde yazılmış şiirlerim yer alır. (Aysad y. Ocak 2018 Adana)
*GERÇEK AY IŞIĞI: Öyküler. Gerçek Ay Işığı, yayımlanmış son kitabımdır. Bu kitaptan bir alıntı: “Ben de çıktım bir Çukurova türküsünde geyik avına. Yürüdüm haksızlığın, yolsuzluğun karaçalı kaplamış yolunda. Yılmadım.” (İzan y. 2020 Ankara)
SADIK ÇİL: Al’abi bu keyifli ve bir o kadar duygusal sohbet için teşekkür ediyorum. Son olarak Tersakan Sanat okuyucularına ne söylemek istersin?
ALİ OZANMERE: Nasıl ki kötü, kötülüğün çukurunu yuva yapar kendine; iyiler ve güzeller de iyiliğin ve güzelliğin bahçesine bülbül olur. Tersakan Sanat, iyiliğin ve güzelliğin bahçesi. O bahçeden gül devşirmek hatta meyve aşırmak isteyenler, geri durmasın, el versin omuz versin derim, daha iyiye, daha başarılı ve kalıcı ürünlere… Tersakan Sanatçı dostlara sevgi ve selam…
2 thoughts on “BİR EDEBİYAT EMEKÇİSİ ALİ OZANEMRE/SADIK ÇİL”
Teşekkürler Sadık Çil, Teşekkürler Al’abi veya Karacaoğlan… çok güzel bir söyleşi olmuş.
Yüreğinize sağlık; gönlünüze, ömrünüze bereket. Kutluyorum sevgili Al’abi’mi ve sevgili Sadık’ı. Güllerden, lavantalardan, Söğüt Dağlarından binlerce selam.