LOADING...

En üste git

Şubat 2, 2025

KÖTÜLÜK SORUNU ÜZERİNE / GÖKHAN ÇAĞLAYAN

Haydi, bugün bir çocukluk edelim!:

Onların tiksinç mi tiksinç başlarına yıkıverelim bu alçak düzenini.

Böylece gözlerinin içi gülen umut gibi gömgök olur gökyüzü gene.

Sonra o engin “güzel günler denizi”ne açılalım biz yitiksizce…[1]

 

Tanrıbilimciler iyicil olduğunu varsaydıkları, varlığı gene varsayılmış bulunan Tanrı’nın varlığını yeryüzündeki tümen tümen kötülükle bağdaştırmak üzere uzun uzun baş yormuşlardır da “Yeryüzü, var olabilecek yuvarlakların en iyisidir. Demek Tanrı – gerçekte – bize acımıştır. Yoksa yeryüzü çok daha kötü bulunacaktı.” biçimindeki kupkuru avuntunun ötesine geçememişlerdir. Ancak, Tanrıbilimsel ya da kutçal düşüntüleri bir kıyıya bırakarak şu soruya gerçekten yanıt vermemiz gerekir: Yeryüzü kötü(lük)lerle dolup taşarken biz iyiler özlediğimiz güzel günleri nite göreceğiz? Ardınca şu soru yanıtlanmalıdır: “Kötülük”[2], kişi doğasında içkin bir olgu mudur; yoksa çevresel etmenlerin yarattığı bir olumsuzluk mudur? Son olaraksa şu en çarpıcı soruya yanıt verilmelidir: Yaşam özünde yaman, demek tiksinç, ürkütücü bir nen midir; yoksa çevremizde göregeldiğimiz olumsuzluklar ya da sorunlar yalnızca ilineksel belirimler ya da görünüşler midir? Şimdi, yönelttiğim bu sorulara – bir denemenin bildik akıcılığı, genliği içinde – doyumsatıcı yanıtlar verebilmek için yazınsal bir ölçünme, açımlama ile tasımlama etkinliğinde bulunmam gerekiyor:

Yeryüzü kötülüklerle dolup taşarken biz iyiler özlediğimiz güzel günleri kuşkusuz göremeyiz; dahası, ancak gitgide daha kötü bulunuyor olan bir karabasanı görürüz, görüyoruz da. Gelgelelim o karabasanı o denli uzun süre göremeyiz. Şundan ötürü..: Yeryüzünün şimdiki durumlarının, koşullarının varlığı – düzce, kesinlikle – sürdürülebilir değildir. Sürdürülemez olanı sürdürmeye çalışadurmaysa – hepimizin değme gün gördüğü üzere – karayıkımsal sonuçlar yaratmaktadır. Başka-türlü olamaz da. (Evrensel bir yasaya karşı gelen – kaçınılmaz bir sonuç olarak – evrenin yaptırımına uğrar.). Ancak, kötülükten kurtulmanın, daha doğrusu, kötülüğü alt edip iyiliği egemen kılmanın bir yolu yok mudur? Vardır. Üstelik bin-bir yolu vardır. Gene de, bütün o yolların sev(g)ide kesiştiği ya da hepsinin “sevi”ye çıktığı bilinmelidir. Öyleyse, kötülüğün sevgisizlikten, giderek sevisizlikten ileri gelen bir durum olduğunu ileri sürme olanaklıdır. Üstüne üstlük daha kötü bir durum olan “tinsizlik”, demek duyarsızlık, duygusuzluk ile düşüncesizlik üçlüsü kötülüğün gerçek nedenidir.

Güzel günler hiçbir çaba gösterilmeksizin ya da kendiliğinden görül(e)mez. Demek bu uğurda durmaksızın savaşım vermek gerekir. Dahası, kötülükleri yok etmek için ne denli çok çabalanırsa çabalansın yeryüzünde birtakım kötülüklerin var olacağı bilinmelidir. Doğrusu, kötülük var olmasaydı iyiliğin bir değeri, önemi kalmazdı. Gelgelelim şimdiki durumda yeryüzünde kötülük iyilikten çok daha üstün bulunuyor. Ayrıca iyilik büsbütün yok edilme çekincesiyle karşı karşıya. He, iyilik ile kötülük arasındaki savaşım bitimsizdir.[3] Ancak, bu, kötülüğe göz yummamız ya da izleyici kalmamız gerektiği anlamına gelmez. Tersine, hepimiz kötülüğe karşı – iyilik yaparak da, kötülere, onların kötülüklerine karşı koyarak da, kötülük yapmayarak da – var gücümüzle savaşım vermeliyiz. Yoksa iyiliğimiz sözde kalır; dahası, biz kendimiz kötülerin koşununa katılmış oluruz.

Çevresel etmenlerin kişi davranışı üstünde etkili olduğu, giderek çoğu kişi için pek çok durumda belirleyici bulunduğu yadsınamaz. Nitekim örneğin akçasızlık ya da yoksulluk, kişileri kolayca suç işlemeye, daha doğrusu, kötülük yapmaya itebilmektedir; benzer biçimde, ekinli kişilerin arasında büyüyüp yetişen ya da kendisini yetiştirme olanağını bulan bir kimsenin kötülük yapma olasılığı ufalmaktadır. Gene de, aşağı yukarı bütün ortamlarda ya da topludurumlarda kötülüğün şu ya da bu biçimde, türlü nedenlerle ortaya çıkması, kimilerine – ülevli olarak – kötülüğün kişi doğasında yerleşik bulunduğunu, bundan ötürü, yok edilemeyeceğini düşündürmüştür. Demek örneğin savaşlar kişi (uslu [!?] kişi) geçmişçesinin başlangıcından beri yapılıyor. Öyleyse, özelde savaş olgusu, genelde kötülüğün kendisi kaldırılamaz mı? Kişiler özlerinin derinliğinde kötülük bulunduğu için mi savaşmaktadır, öbür kötülükleri yapmaktadır anlayacağınız?

Gelgelelim yeryüzünde şimdi bile iyi, demek gerçek kişilerin var bulunuyor olmaları, kötülüğün kişi doğasında içkin bulunduğu savını çürütmektedir. (“Kişi doğası” diye bir nen gerçekten varsa ayrasız bütün kişilerde vardır. İyilerin şimdi bile azımsanamaz sayıda bulunuyor olmaları, onları birer ayra olmaktan çıkarır, demek “Bütün kişiler kötüdürler.” önermesini geçersizleştirir.). Dahası, iyi biri bilgilenip bilinçlendikçe, demek kendisini tince eğittikçe daha önce ayrımında bulunmadığı kötülüklerden de yüz çevirip uzak durur. Böylece varolan ya da yapılan kötülükler – bir bakıma – onun daha iyi olmasını sağlamaktadır. Buysa eytişimin kişi varoluşunda belirmesinin örneklerinden biridir.

Bütün bunlardan ötürü – gerçekte varsayımsal bir nen olan – kişi doğasında bir-türlü yok edil(e)meyen bir kötülüğün ya da kötülük yapma eğiliminin bulunduğu savı doğru değildir. Çevresel etmenlerse çoğun son-kerte belirleyici olmakla birlikte, kimileri en olumsuz durumlarda, koşullarda bile iyiliklerini koruyabildiğinden, giderek yeğleştiğinden, bu bağlamda “güceyici nedenler” sayılamaz. Yalnız, kişinin özünde bir “yılkı” olduğu, bilgilenip bilinçlenerek tinini eğittikçe, giderek – arada bir alabildiğine özgecil, özverili bir biçimde davranıp – iyilik yapadurarak değmehangi bir yılkı olmaktan çıkıp üstünlük kazandığı[4], yoksa öbür yılkılardan anlaklı bulunmasının ona tek başına bir üstünlük kazandırmadığı, kazandıramayacağı, tersine, o anlakla “kötülük işleri” yapagiderse çoğun aşağı görülen başka yılkı türlerinden dahi çok daha aşağı olacağı bilinmelidir. (Yaşambilimsel adı “uslu kişi” olan türümüz gerçekten uslu olduğunu – kendisi için de, başkaları için de, giderek yaşamın bütünü için – yaptığı iyilikli işlerle göstermelidir, demek usluluğunu tanıtlamalıdır. Yoksa onun usluluğu gene sözde kalacaktır; dahası, onun için alıklığın ötesinde dangalaklığın, giderek kötücüllüğün söz konusu edilmesi gerekecektir.)

Kısacası, doğru, çoğu kişi kötülük yapmaktadır. Gelgelelim yalnızca iyilik yapan kişiler de vardırlar. Dahası, çoğun çevresel olumsuzlukların kötülük yapmaya yol açtığı ortadadır. Demek çevresel olumsuzluklar giderilirse – doğrusu giderilmelidir – kötülük yapan kişiler de, yapılan kötülükler de enikonu azalacaktır.[5] Bunlardan dolayı, kötülüğün kişi doğasında içkin bulunduğu, kişinin içinden sökülüp atılamayacağı söylenemez; söylense de o önerme – nesnel/somut gerçeklere aykırı düştüğünden – geçersizdir.

Açıkça söyleyeyim: Yaşamın gerçekte tiksinç, ürkütücü bir nen olduğunu ben de sürev sürev düşünmüşümdür. Öyle sürevlerde yaşamın başka-türlü olamayacağı, bundan ötürü kurtulmanın olanaksız, olasısız bulunduğu sanılarına kapılmışımdır da. Gelgelelim bu konu üzerinde iyice düşünülürse, demek yaşam bir bütün olarak göz önünde tutulursa kişiye tiksinç, ürkütücü gelen nenlerin handiyse hiçbirinin kaçınılmaz bir sonuç ya da kaldırılamaz bir olgu sayılamayacağı anlaşılır. Demek bütün o tiksinçlikleri, ürkütücülükleri gene kişilerin kendileri yanlışçılık güderek yaratmaktadır. Örneğin barışın egemen olduğu ya da savaşsız bir yuvarlak pekiyi olanaklı, olasıdır, çok gereklidir de. Kişiler saçma sapan gerekçelerle savaşmayı sürdürürse yeryüzünde barış kurulamayacaktır; o ayrı. Benzer biçimde, et tüketiminin yol açtığı acımasızlık, kıyın, sömürü, etyer kişiler var oldukça varlıklarını sürdürecektir. Ancak, bu, et yemenin kaçınılmaz olduğunu, bu nedenle et tüketimini karşılamak üzere et üreticilerinin yapageldiği kötülüklerin ya da veredurduğu dokuncaların görmezlikten gelinmesi, giderek önemsenmemesi gerektiğini göstermez.

Diyeceğim, kişilerin yarattığı sorunların ortaya getirdiği tiksinç, ürkütücü nenlerden o kişilerin kendileri sorumludur; yoksa suç yaşama atılarak yaşam kötümsenip kargışlanamaz. Yaşamın içinde bulunsa da o tiksinçlikler, ürkütücülükler yaşamda hiç mi hiç bulunmaması gereken nenlerdir. Üstelik yaşam da, kişiler de o olumsuzluklara indirgenemezler. Nitekim doğadaki nice güzellik ile kişilerin kendi doğalarında bulunan yaratıcılıklarını göstererek ortaya koyageldikleri uz yapıtları, dahası, ekinimizdeki bütün olumlu öğeler “yaşamın güzellikleri”dir. Gelgelelim burada yaşamın neden ülküsel olmadığı, demek büsbütün doğru, güzel, iyi bulunmadığı sorulabilir. Bu konulukta “eytişim”in davranca oynadığını söylemek gerekiyor: Nenler karşıtlarıyla vardır; dahası, karşıtlarını yaratıp karşıtlarına dönüşür. Üstelik yeryüzünde hiçbir sorun bulunmasaydı, demek en ufak olumsuzluk bile var olmasaydı, doğruluk, güzellik ile iyilik kavramları anlamlarını, önemlerini yitirirdi; dahası, olumlu nenler – karşıtları var olmadığından – değer taşımazdı; hiçbir gelişme görülemez, gösterilemezdi de.

He, yaşam ülküsel değildir, olamaz. Şundan ötürü..: Evrim süreci bütün evrende işleyeduruyor. Demek doğa sürekli bir biçimde “olu” içindedir. Buna bağlı olarak değişim kaçınılmazdır, olumlu yönde bulunması koşuluyla gereklidir de. Ancak, yaşamın belirli bir topludurumda, sürevde, yerde dört dörtlük ol(a)maması, bizi doğruculuk, ülkücülük ile yetkincilik gütmekten alıkoymamalıdır: Biz kendi çabalarımızla “güzel yaşam ülküsü”ne ne denli çok yaklaşırsak o denli çok sorunsuzlaşıp erinçli duruma geliriz; dahası, çevremizi o denli çok sorunsuzlaştırırız. Doğallıkla bunların tersleri de doğrudur.

Uzun sözün kısası, he, kötülük sorunu – kişi geçmişçesinin başlangıcından beri – vardır. Dahası, doğaya bir bütün olarak bakıldığında, yırtıcı yılkıların içgüdüsel olarak başka yılkıları öldürüp yemesi gibi tiksinç, ürkütücü olayların doğa geçmişçesinin çok büyük bir bölümünde var bulunduğu görülür. Ancak, bunlar bizi yaşamdan büsbütün bezip tiksinerek umut kesmeye itmemelidir. Doğa ya da evren salt kötülük değildir, sayılamaz. Üstelik biz kişiler öbür yılkılarınkinden üstün olan anlağımızla doğayı doğruluk, güzellik ile iyilik yolunda değiştirip dönüştürerek en azından kendi türsel düzlemimizde sorunsuzluğa erişme gücüyeterliğini taşımaktayız. (Şimdiye değin handiyse hep bunun tüm karşıtının yapılmış bulunuyor olması, bundan sonra öyle olacağı, giderek öyle olması gerektiği anlamına gelmez. Burada “Güzün gelişi yazdan bellidir.” denebilir. Oysa kişinin isteyip çabalayarak üstesinden gelemeyeceği hiçbir güçlük, çözemeyeceği hiçbir sorun yoktur, var olamaz. Gerçek, demek iyi kişilerin “en çok iyilik” için örgütlenip olumlu yönde çaba gösteregitmeleri yeter. [O kimselerin sayısı ne denli çok artarsa onların başarı kazanma olasılığı o denli çok büyüyecektir.])

Gerçekte yaşamın iyi ya da kötü olması kişilerin iyi ya da kötü bulunmasına bağlıdır. Demek yaşamın niteliği, onu süren bizim niteliğimizle ilintilidir. Başka bir deyişle, biz niteysek yaşam öyle olur; biz yaşamın ne olmasını istiyorsak yaşam ona dönüşür. Ancak, günümüzde yaşam hepten yok edilme çekincesi altında bulunuyor. Sorun, şu durumda bir “ölüm kalım sorunu”dur anlayacağınız. Bundan ötürü, kötülük sorunu üzerinde baştan düşünmemizin, şimdiye değin bu konuda söylenmiş olanları göz önünde tutup onların ötesine geçmemizin, dahası, en önemlisi, kötülük sorununu – öteden beri yapıldığı gibi düşüncel/kuramsal bir düzlemde değil – nesnel gerçeklik alanında çözmemizin, demek önce – varsa – kendi kötülüğümüzden sıyrılarak, sonra varolan kötülüklerin hepsine karşı koyarak güzelim iyiliği yeryüzünün bütününde kişilerin hepsi, giderek bütün dirimliler için yaygınlaştırmamızın sürevi gelip çatmış bulunuyor. Kötü kötülüğünden geç(e)mezse de iyi iyiliğinden azmaz. Demek kötüden kötülük eksik olmaz, iyiden sevgili eksik olmaz. O sevgiliyse gerçekte iyiliğin büsbütün kendisidir.

Zerdüşt, yeryüzünde iyilik ile kötülük arasında yapılan savaşımın sonsuza değin süreceğini söylemişti. Bu doğruydu da. Gelgelelim o, söz konusu savaşımın döngüsel, daha doğrusu, kısırdöngüsel olduğunu savlıyorken yanılgındı: Şimdiki durumda yeryüzü kötülerin bitmek tükenmek bilmeyen, çoğaldıkça çoğalan, gitgide daha tiksinç, ürkütücü duruma gelen kötülükleri yüzünden hızla tükel bir karayıkıma sürükleniyor. O karayıkım gerçekten ortaya gelirse – bu gidişle öyle olacaktır da – yeryüzünde iyilik de kalmayacak, kötülük de… Başka bir deyişle, yaşam bütünüyle öldürülmüş olacağından varlığını sürdürebilecek bir “kısırdöngü” dahi kal(a)mayacak. Öyleyse, biz iyiler başta kendi varlığımız, varoluşumuz bulunmak üzere bütün kişi yaşamının yeryüzündeki öbür yaşam biçimleriyle bu denli acı, acıklı bir biçimde yokluğa karışıvermesine olur verecek miyiz? Hele bunun üzerinde iyiden iyiye düşünelim; düşünmekle kalmayıp kötülük sorununu gerçekten, demek özdeksel bir biçimde, giderek kökten çözerek yaşamı hiç mi hiç ölmeyeceği ya da sürgit var olacağı, giderek güzelleştikçe güzelleşeceği bir yoldamda kurtarmak üzere devinime geçelim. Gerçekten uslu olan kişilere tüm bu yaraşır.

 

                                          

  1. Benim En Kökten Devrim Çağrısı adını taşıyan yırımdan bir alıntı.
  2. Dokunca veren, yarar sağlamayan bir nen kötüdür; dokuncasız olan, yararı görülen bir nen iyidir. “İyilik” ile “kötülük” kavramlarını bu tanıma göre anlamak gerektir.
  3. Zerdüşt’ün öğretisi bu bakımdan üstünde durulması gereken bir öğretidir. Zerdüşt’e göre de iyilik ile kötülük arasındaki savaşım bitimsizdir; dahası, bu savaşım döngüseldir. Demek bir iyilik yengi çalar, bir kötülük utku kazanır. Ancak, iyilik sonunda kötülüğü bozguna uğratıp hepten yok eder. Sonra o savaşım gene başlar, demek başlangıca dönülür. Böylece söz konusu ikiliğin sonsuza değin var olacağı, giderek iyiliğin kötülükten sürekli olarak baskın bulunamayacağı vurgulanmıştır. (Bu bağlamda Sıtefın Kink’in ünlü Karanlık Kule dizisinin sonunu anımsadım. Orada Rolınt, bütün güçlükleri aşarak Karanlık Kule’ye ulaşır; dahası, o kulenin tepesine değin çıkar. Gelgelelim en üst katta, demek başarısının ödülünü bulacağını umduğu yerde hiçbir nen bulamaz; acıklı mı acıklı, apacı bir biçimde başlangıca dönüverir, demek gene çölde Karalar Giymiş Er’in ardına düşer. [Kink bir çoksatarcı olmakla birlikte, Karanlık Kule’nin sonunu yazıyorken Zerdüştçülükten esinlenmiş ya da etkilenmiş midir, bilmiyorum. Başkaca o diziyi okumamış olup okumak isteyenler, burada onun sonunu açığa vurduğum için beni bağışlayalar.])
  4. Doğallıkla bu “üstünlük” – bütün üstünlükler gibi – görelidir. Üstelik kişinin öbür yılkılardan anlak bakımından üstün olması, ona öbür yılkı türlerine acımasızca davranıp kıyarak onları sömürme ülevini – düzce, kesinlikle – vermez. Tersine, kişi, o yılkıları da görüp gözeterek, onlara sevecenlik göstererek, anlaklı olması yanında aktöreli bulunduğunu, demek gücünü kötüye kullanmadığı gibi o güçle kendisinden güçsüz olanları esirgediğini ortaya koymalıdır.
  5. Toplumcuların öteden beri savladıkları üzere başakçacılık yıkılıp kişice bir düzen kurulursa başta işlenegelen suçlar bulunmak üzere bütün kişi kötülükleri yok olacaktır. Gelgelelelim başakçacılık yıkılması gerektiği üzere yıkılsa da “akça” var oldukça – sözcüğün tüm anlamıyla – kişice bir düzen kurulamaz. Dahası, akçanın varlığı uzunca bir sürev sonra başakçacılığın hortlamasına ya da ona benzeyen bir kötülük düzeninin kurulmasına yol açacaktır. Bu nedenle, en iyisi, katışıksız ortaklamacılığın kurularak akçanın aradan kaldırılması, böylece yaşama yer açılmasıdır. Bunun içinse gene bilginin, bilincin bütün yeryüzünde yaygınlaştırıldıkça yaygınlaştırılması, bu yolla kişilerin “Dokunca verme, yarar sağla.” ilkesözünü belgi edinip kendi yaşamlarında uygulayarak akçanın da, iyeliğin de hiçbir biçimde var ol(a)mayacağı bir yuvarlakta yaşamaya başlamak için davrantılı bulunmaları gerekir. Şunlardan ötürü..: “Akça” dediğiniz el kiridir, dahası, suçtur; iyelikse – gerçekten – hırsızlıktır, demek gene suçtur.

          Yeryüzünün varolan durumu, kuşkuya yer yok, akçanın saltık egemenliğidir. Demek başakçacılık bütün yeryüzüne kötücül bir urmuşçasına yayılmıştır. Daha kötüsü, başakçacılığın seçeneksiz olduğu ya da yeğ bir seçeneğinin bulunmadığı, bulunamayacağı yutturmacası, “Düşünyapılar öldü!” biçimindeki yapyanlış savsözle ya da kuyruklu yalanla handiyse bütün kişilere çok kötü aşılanmıştır. Gerçekteyse başakçacılık da bir düşünyapıdır. Onun utku kazanıp bütün yeryüzüne egemen olmuş bulunması, öbür düşünyapıların kendilerinde geçersiz ya da yanlış olduğunu, giderek yokluğa karıştığını göstermez. Üstelik başakçacılık en iyi seçenek değildir; tersine, en kötü seçenektir. Onun gerçek, tek “umar”ıysa – yukarıda değindiğim üzere – en iyi düzen olan – katışıksız, giderek özgürlükçülüğe dayalı, bütün yaşam biçimlerine saygı ile sevgi gösterilen, yaşayışların hepsine olanak tanınan, ekinsel, demek tinsel değerlerin yüksek görüldüğü, bilimin, uygulayımın dokuncasız, yararlı bir biçimde kullanılıp geliştirileceği, güzel uzların bütün dallarındaki uzcularınsa el üstünde tutulacakları ortaklamacılıktır. (“Sizinki bir düşülkü.” mü dediniz? Oysa bu düşülkü değil, [var] olması gereken; bir o denli olanaklı, olası bir nen de. Gerçekte [var] olmaması gereken, demek başakçacılık, varlığı sürdürülemeyeceğinden olanaksızdır. [Bu konu üzerinde gerçekten ölçünürseniz ne demek istediğimi pekiyi anlarsınız.)

Loading

Sosyal Ağlarda Paylaş:
Önceki Yazı

KIZIL SAÇLI KADIN / ELİF KILIÇ

Sonraki Yazı

UZAK TEPELER / SADIK ÇİL

post-bars

Bir Yorum Yapın