LOADING...

En üste git

Kasım 11, 2024

SÖYLEŞİ: SOKAKLARI KENTİN DAMARLARI OLARAK GÖRÜYORUM / ZAFER ÖZGENTÜRK

 

 

 

SADIK ÇİL: Tersine akan bir mecrada dergimizde ilk röportajımızı seninle yapıyoruz.

ZAFER ÖZGENTÜRK: Çok teşekkür ederim. İlk röportaj olması dolayısıyla oldukça heyecanlandım keyifli olacak gibi.

SADIK ÇİL: Seni tanımayanlar için öncelikle kendinden bahsedebilir misin? Zafer Özgentürk kimdir?

ZAFER ÖZGENTÜRK: Adana’da doğmuş, eğitim hayatını Adana’da sürdürmüş işçi, emekçi bir ailenin 7. çocuğudur.  Köşker olan babasının hayatını ayakkabı tabanlarına vurduğu çekiç darbeleriyle kazandığı bir ailenin en küçük çocuğudur. Evde ablalarım ve ağabeylerim vakit yaratarak film izlerdi, kitap okurlardı sıkça tabi içinde olduğum toplumun da kültürü sözlü edebiyat üzerine inşa olmuştu. Bu yüzden şanslı bir çocuk olarak büyüdüğümü de ifade edeyim ki sanat yaşantımın başlamasına da bir giriş olsun. Victor Hugo’nun Sefiller kitabını okumak için sıra beklediğim zamanı hatırlıyorum mesela.

Okuyarak üstünde düşündüğüm her şeyi hayatımın bir parçası haline getiren birisiyim. Tabi bu ne kadar doğrudur tartışılır ama ben böyle yaşıyorum. İzlediğim filmlerin, okuduğum kitapların, dinlediğim müziklerin benim bugün bilincimin dizayn oluşunda oldukça büyük katkısı var.

SADIK ÇİL: Aslında ikinci sorumu daha sormadan sen bir geçiş yapmış oldun. Yönetmenlik, fotoğrafçılık, belgeselcilik uğraşların olduğunu biliyoruz. Emek, alın teri, okuyan abi ve ablalarla şekillenen bir Zafer Özgentürk olduğunu görüyorum. Sanatla yolunun kesişmesinde şüphesiz bunların bir payı var ama bir yerde farkındalığın oluştuğu ve bilinçli bir seçim haline geldiği noktayı anlatırsan mutlu olurum.

ZAFER ÖZGENTÜRK: Bu sistemli bir şekilde 90’ların hemen başında Çağdaş Sanat Atölyesi çatısı altında çeşitli alanlarda eğitim aldığımı söyleyebilirim.  O dönemde daha çok müzikle ilgiliydim. Müzik benim için ilginç bir buluş gibiydi ve kendimi ifade edişimin bir yoluydu. Yeniden keşfedilmiş bir dünya gibiydi. Aklım hala müzikte…

SADIK ÇİL: Çaldığın bir enstrüman var mı?

ZAFER ÖZGENTÜRK: Aslında daha çok solistlik yapıyordum. Gitar ve bağlamayı da amatörce çalıyordum. Bir gruptaysanız bilirsiniz ki herkesin bir görevi vardır. Ben de o zamanlar grubun solistiydim ve o dönem örneğin Yök’e karşı bir şey söylenecekse grubun solisti sözcü olarak çıkar, propagandasını yapar ve önceden belirlenmiş repertuara geçerdi. Tabii polis müdahalesi olmazsa… Yani keyifliydi 5 yıl kadar müzik yaptım. Bulunduğumuz kültür merkezinde tiyatro çalışmaları da yapılıyordu. Oraya da katkı sunuyorsun ya da sen yeni şeyler öğreniyorsun. Kolektif bir ortam vardı yani. Bilgi akışı, bilgi alışverişi sirkülasyonu sürekli oluyordu. Bu gerçekten olağanüstü bir durumdu.  Akademi gibi düşünün.  Tabii kimse böyle ifade etmiyor olabilir benim için Akademi gibiydi diyebilirim.  Çünkü herkes birbirinden faydalanır.  Ciddi anlamda bilgi paylaşımı sağlanır. Sonrasında edebiyat dergilerinden Güney dergisinde çalıştım epeyce süre. Bu arada fotoğrafta çektim, çeşitli makaleler hazırladım arkadaşlarla beraber. Dergicilikte hani vardır ya derginin muhabiri olursunuz, dağıtıcısı olursunuz, yazanı olursunuz birçok şeyi olursunuz kısacası …

SADIK ÇİL: Hamalı oluyorsun…

ZAFER ÖZGENTÜRK: Dergiciliğin kaderi bu. Hele de dışarıdan bir gözle taşrada dergicilik yapmak ki ben öyle bakmıyorum kesinlikle. Burada olmak beni mutlu ediyor ki özel tercihimdir burada bulunmak. Adana da benim için hakikaten özeldir… Çünkü hikayelerin göbeğinde yaşamak beni mutlu ediyor. Her sokakta birkaç hikâye ile karşılaşırsınız ki sokakları kentin damarları olarak görüyorum. Bu damarlardan akan hikayeler ile sanatınızı beslersiniz…

SADIK ÇİL: Sanki her an karşımıza Yaşar Kemal’in, Orhan Kemal’in kahramanlarından biri çıkacakmış gibi

ZAFER ÖZGENTÜRK: Çıkıyorlar, varlar hepsi yaşıyorlar . Gezip görebilirsiniz.

SADIK ÇİL: Yel gibi yanımızdan geçip gidecekmiş gibi.

ZAFER ÖZGENTÜRK: Yani gerçekten buradaki kahramanların birçoğu sokaklarda yaşıyorlar. Görmesini bilmek lazım, bakmasını bilmek lazım.

SADIK ÇİL: Özellikle belgeselcilik tarafının ön plana çıkmaya başladığını görüyoruz. Birincisi daha çok o tarafı mı besledin, bu bir seçim miydi? İkincisi belgesellerin doğum sancısından söz edebilir misin?

ZAFER ÖZGENTÜRK: Hayatımda hiçbir şey dogma değil. Sevgilerimde, özlemlerimde, kızgınlığımda hiçbiri dogma değil, hepsi bu hayata ait ve dokunulacak kadar somutlar. Fotoğraf çekiyordum geçmiş zamanda edebiyatla da müzikle de tiyatroyla da uğraşırken, bir şeyleri belgelemek gerekiyordu, önce belgelemeye çalışarak fotoğrafa başlamıştım. Tabi fotoğraf serüvenim çok daha geriye gider. Çünkü okul aralarında fotoğrafçı çıraklığı da yaptım. Fotoğrafın tek karede anlatmak istediklerime yetmediğini düşündüğümde artık videoyla bir şeyler, hikayeler anlatmaya eğildim. Fotoğrafçı arkadaşlar kızmasınlar bana ama insandan insana değişiyor demek ki. Fotoğrafın gücünün, karakterinin çok farklı olduğunu biliyorum. Videonun gücünün, karakterinin de farklı olduğunu biliyorum. İkisi birbirinin alternatifi değil, anlatının farklı alanlarda vücut bulmuş halleri. Videoyla anlatmaya başladım. Öncelikle hikâye anlatmayı seviyorum. Hikâye anlatmak, bir şeyi kurmak çok maliyetli olabiliyor. Bu anlamda mevcut bir hikâyeyi bulup bunu bir belgesele dönüştürmek, belgelemek, özel durumları dışarıda tutarsak daha gerçekleştirilebilir oluyor. Bir film yapmak isterseniz olağanüstü bütçeler çıkabiliyor karşınıza ama belgesel yapmak isterseniz daha minimal, yasalarını ekonomik yasaları da dahil buna, iş akışını beraber çalışacağınız arkadaşları sizin belirlediğiniz bir süreç. Dolayısıyla, evet belgeselle öne çıkmış olmama rağmen kendimi çok belgeselci olarak görmüyorum. Şimdilik belgesellerle biliniyorum. Bu da beni açıkçası rahatsız etmiyor.

SADIK ÇİL: Peki yapmayı düşündüğün uzun metraj film çalışması var mı kafanda?

ZAFER ÖZGENTÜRK: Evet, arkadaşlarla birlikte düşündüğümüz uzun metraj film çalışmaları var. Hatta   3-4 senaryo var üzerinde çalıştığımız. Hepsi kurmaca. Yine birlikte çalıştığım çok kıymetli arkadaşlarım var. Edebiyat insanları, kitapları var, çok da güzel senaryo çalışmaları var. Birlikte uzun süredir onların üzerine tartışıyoruz. Umarım bunları hayata geçirebiliriz.

SADIK ÇİL: Umarım… Belgeseller demişken kaç belgesel oldu şimdiye kadar?

ZAFER ÖZGENTÜRK: Sanıyorum 5 belgesel oldu. Süveydiye’nin Çiçekleri, Seymer’in Kadınları, Yılmaz bir de Aşkın Derd Hali var.

SADIK ÇİL: O zaman Süveydiye’nin çiçekleriyle başlayalım. İzlediğim bir belgeseldi. Gözyaşının akmak için çabaladığı, boğazda düğümlendiği. Ama orada dikkatimi çeken bir şey var. Bir hikâye, bir örgü var ama hikâyenin yanında bir de müzik var ki pek de alışık olmadığımız bazı enstrümanların olduğunu gördüm. Müziği belgeselden ayrı mı çalışıyorsun yoksa spontane mi gelişiyor.

ZAFER ÖZGENTÜRK: Hikayeyle müziği ayrı çalışamam, öz ile biçimin uyumuna özen gösteririm. Öz ile biçim birleşirse ancak bir şeyler yolunda gider inancındayım.

SADIK ÇİL: Şöyle sorayım ya da… Müzikte bir özgünlük arayışın var mı? Belgesel olarak özgünlük arayışın var mı?

ZAFER ÖZGENTÜRK: Hikayeniz özgünse müziğiniz de özgün oluyor. Somut bir örnek olarak Süveydiye’nin Çiçekleri sosyolojik bir belgesel. İçinde onlarca hikâye var. Farklı etnik kültürlerin birbirleriyle yaşam deneyimini anlatan ve bir arada yaşamı savunan bir belgesel. Bu belgeselin çekildiği coğrafya ve o coğrafyanın insanları farklı milliyetten farklı inançtan insanlardı. Süveydiye’nin Çiçekleri’nin müziğini yapan arkadaşım daha çekim aşamasındayken benim ne yapacağımı biliyordu, düşündüklerimi ve hangi hikayelerle karşılaştığımı sürekli paylaşıyordum adından güzel duygularla bahsedebileceğim arkadaşım İstanbul Üniversite’sinde Etnik müzikolog olan kıymetli arkadaşım İsmail Güngör’le. Henüz fikir halindeki çalışmalarım konusunda da kendisiyle paylaşımlarım sürmektedir ayrıca. Süveydiye’nin Çiçeklerinde İsmail Güngör o coğrafyada bugün kullanılmayan iki temel enstrümanı kullandı: Tambuş ve Rebap. Bu enstrümanlar filmin çekildiği coğrafyanın temel enstrümanlarıyken bugün kullanılmıyorlar ne yazık ki. Aslında belgeselimiz müziğiyle bugün kullanılmayan o güzel enstrümanların geçmişten bugüne seslenişini de içeriyor… Anlatılan hikayeleri birleştirerek benim içeriğini çok beğendiğim bir müzik çıktı ortaya ve ilgi çekti. Biz beğenmiştik ama insanların da fark edip, beğeneceğini tahmin etmemiştik.

SADIK ÇİL: Oldukça beğenildi hem de….

ZAFER ÖZGENTÜRK: Bu da beni mutlu ediyor. İçerik olarak tabii insanlar beğeniyor da biz o enstrümanları neden seçtik? O coğrafyada bundan önce Araplar ve Ermeniler bu enstrümanlarla hikayelerini anlatmış, kederlenmiş, eğlenmişler… Şimdi kullanılmıyor o enstrümanlar ama biz bu belgesel aracılığıyla onların birbirleriyle yaşam pratiklerini belgelerken geçmişte de ortak kullandıkları enstrümanlardan bir müzik yapmayı tercih ettik. Bilinçli bir tercihti ve insanların bu kadar ilgisini çekeceğini düşünmemiştik.

SADIK ÇİL: Yaralara parmak basıyorsun madem şöyle bir soru sorayım. Belgeselleri yaşıyor musun, çekiyor musun?

ZAFER ÖZGENTÜRK: Aslında ben her şeyi tam yaşıyorum. Aşkı, kahkahayı, acıyı, doğa sevgisini, hayatı… günümüzde insanlar gerçeklik duygusundan uzak sanal bir pratik içinde yaşıyor ve bu beni üzüyor. Fakat insana olan umudum büyük. Bu kültürel, ekonomik kuşatmayı yaracak ve özüne dönecek inanıyorum buna. Tarih bunu bize gösterdi, gösterecektir. Tohum öze çeker…

SADIK ÇİL: Belgesellerini izlerken insan hikayelerinden soruna gidiş tarzın var. Bir nevi tümevarım. Spontane gelişen bir şey mi, bilinçli bir seçim  mi?

ZAFER ÖZGENTÜRK: Bu belgesellerimde eleştirilen bir yan ama ısrarla bilinçli bir tercih olarak çalışmalarımı bu biçimde formüle ediyorum. Eğer ben onu yapmayacaksam, belgeseli yapmam, otururum. Örneğin Aşkın Derd Hali’nde bir Çevik Kuvvet Polisinin hikayesini çektik. Bir Çevik Kuvvet Polisinin hikayesi ne kadar ilgi çekici olabilir? Ama günümüz Türkiye’sinde yalanın doğru gibi rahatça söylendiği bir çağda, savaş kışkırtıcılığı, kadına şiddet, çocuk istismarının üzülerek söylüyorum alışıldığı, normalleştiği(!) bir dönemde, bu ilkel süreçte bir Çevik Kuvvet Polisi çıkıyor ve diyor ki: “Ben bu silahı reddediyorum. Barışın toplumu mutlu edeceğine inanıyorum. İlla elime silah alacaksam o da benim gitarım olur.” Şimdi böyle bir durumda, evet ben o Çevik Kuvvet Polisinin belgeselini yaparım ve evet bu hikâye üzerinden toplum kültüründeki olumsuzluklarla hesaplaşarak toplumsal barışı nakşederim.

SADIK ÇİL: Sinema atölyelerinde öğretmenlik yaptığını biliyoruz. Bu tarz atölyelerin faydasını anlatabilir misin veya bu tür çalışmalar çoğalmalı mı, tavsiye eder misin? Bu tarz çalışmalara katılan insanların da sanata bakış açılarındaki değişikliklerini aktarabilir misin?

ZAFER ÖZGENTÜRK: Atölyelerin yaygınlaşması gerektiğini düşünüyorum. Bunun içinde çok ciddi bir çaba sarf ediyorum. Çünkü video aktivizmini önemsiyorum. Herkesin elinde bir akıllı telefon var, evinde bilgisayarı var ve bunlarla her şeyi yapabilirsiniz. Ben de bir işçi çocuğuyum. Herkesin sanat yapabildiği bir dünya düşlüyorum. Ve tüm çabam sanatın gerçek sahibi olduğuna inandığım, yaşamını emek üzerinden var eden halka ulaştırıp, sanatı sanatçılardan kurtarmaya(!) çalışıyorum. Gelelim videoya, evet herkesin videoyu çekip, bilgisayarına aktarıp sonra plan plan işleyip bir hikâyeyi anlatmasını çok istiyorum. Buna öncelikle Video Aktivizmi diyelim. Bu biçimde her insan bir muhabir olabilir ana akım medyanın politikacıların ve sermaye sahiplerinin sesi olduğunu biliyoruz. Bu anlamda önemsiyorum insanlar karşılaştıkları bu olayları bir şekilde başka insanlarla paylaşabilecekler. En güzel örneğini Gezi direnişinde pratik olarak gördük.

SADIK ÇİL: Seninle kesiştiğimiz bir nokta var. Bizim dergimiz de aslında internette yayınlanan bir dergi.

ZAFER ÖZGENTÜRK: Bir dergiyi elimde çevirip okumak tabi ki başka bir duygu ama çevreci olmak gerekliliği açısından, kolay ulaşılabilirliği yönünden internet dergiciliği daha uygun diye düşünüyorum. İnternette bir tuşa basarak on binlerce insana ulaşabiliyorsunuz, bu açıdan çok kıymetli.

SADIK ÇİL: Sanattan ve sokaktan gelen biri olarak Adana’daki sanat etkinliklerini, sanat aktivistlerini, bu camiayı nasıl değerlendiriyorsun?

ZAFER ÖZGENTÜRK: Çok beğenerek takip ettiğim arkadaşlarım da var, öfkelendiren şeyler de oluyor tabii. Beni hayatta kibir öfkelendirir. Dünyayı sarsan işler yapılıyor çeşitli ülkelerde. Mesela kısa film yapan bir kişi, o dünyayı sarsan insandan daha garip davranışlar içerisine girebiliyor. Bu beni üzüyor. “Boş başağın başı dik olur, dolu başağın başı eğiktir“ denir ya hani . Ne kadar az biliyorsak o kadar şımarıklığa sığınıyoruz. Aslında bu sığlığı saklamak için bir yöntem herhalde. Su hep akar. Hayat hep akıyor. Hepimiz eksiğiz sanırım önce bunu bilmemiz gerekiyor. Her gün kendimize bir parça daha katıyoruz.

SADIK ÇİL: Son yıllarda Adana’da ciddi bir etkinlikler silsilesi var ama sanki bir yerlerde eksik var, bir şeyler hep kopuk kopuk… Sana da böyle geliyor mu?

ZAFER ÖZGENTÜRK: Hayatta hep öğrenciyiz. Yani ben kendimi sürekli olarak insanlaşmak ve insan olmanın çabasını veriyorum hep. Bu çaba o süreçten bu sürece aynı bakış açısıyla işime, hayatıma tüm yaşamıma sirayet etmiştir. Bu bağlamda elbette hiçbirimiz mükemmel değiliz, hep eksiğiz ve her gün kendimizi tamamlamaya çalışarak yaşamamız lazım. Velhasıl birbirimizden öğreneceğimiz çok şey var. Kentimizde yapılan çalışmaları, etkinliklerin sayısal olarak artmasını olumlu görüyorum.

SADIK ÇİL: Son olarak kafanda tasarladığın ya da üstünde çalıştığın projelerden bahsedebilir misin bize biraz? Küçük tüyolar alalım bakalım bizi neler bekliyor.

ZAFER ÖZGENTÜRK: Tek bir projeye takılan biri değilim. Kafamda birçok proje var. Şuna bakıyorum daha çok hangisini hemen hayata realize edebiliriz. Çünkü bütün hikayelerimi çok seviyorum. Hepsini hayata geçirmek istiyorum ama senin de Antakya’yla ilişkini bildiğim için bu da bir şey sürekli düşündüğüm, eksik hissettiğim, olursa iyi olur. Süveydiye’nin Çiçeklerini yaptık biliyorsun. Süveydiye’nin Çınarlarını da yapmak istiyorum.

SADIK ÇİL: Biraz açabilir misin?

ZAFER ÖZGENTÜRK: Araştırmalarımız sonunda sadece Samandağ’da 207 tane 90 yaş üstü insan tespit ettik. Onların yaşam pratiklerini düşününce en az 80 yıllık bir hafıza, toplumsal bir hafızanın bize sunabileceklerini belgelemek, bir toplumun belleğini yaşatmak, toplumsal birikimiyle kaydetmek istiyorum tarihe. Bir toplumsal belleği ölümsüzleştirmek istiyorum.

SADIK ÇİL: Bu söyleşiyle birlikte yeni belgeseli okuyuculara ve izleyicilere muştulamış olduk.

ZAFER ÖZGENTÜRK: Bu konuda duyarlılık gösterecek insanları bekliyoruz, insan tek başına bir şey yapamıyor biliyorsunuz.

SADIK ÇİL: Peki o zaman 100 yaşına yaklaşmış bir bilgeyle seni buluşturma katkısında bulunayım ben de.

ZAFER ÖZGENTÜRK: Lütfen. Bir değil hatta birkaç kişi bekleriz.

SADIK ÇİL: Bu samimi sohbet için çok teşekkür ediyorum. Ayrıyeten bir sonsöz olarak eklemek istediğin burayı da konuşalım dediğin yaran varsa serbest köşe olarak son sözleri sana bırakayım, sen tamamla.

ZAFER ÖZGENTÜRK: Çok teşekkür ederim öncelikle benimle söyleşi yapmayı tercih ettiğiniz için, düşündüğünüz ve değer gördüğünüz için…  Sanatı seviyorsanız her yere bir şekilde bulaşıyorsunuz. Biraz evvel bahsettiğim o hastalıklı durum tüm sanat alanlarına sirayet etmiş halde. Bizim genel anlamda bununla mücadele etmemiz lazım ki gerçekten içinde yaşadığımız çağın sorunlarını, mutluluklarını, üzüntülerini, her şeyini daha iyi görebilelim. Yaşamın sanat olmadan anlaşılabileceğine inanmıyorum.

SADIK ÇİL: Güzel bir sohbet oldu. Bize zaman ayırdığın için çok teşekkür ediyorum.

 

Sevgili Zafer Özgentürk’le söyleşimiz 2018 yılında dergimizin ilk sayısında  yayımlanmıştır.

 

 

Loading

Sosyal Ağlarda Paylaş:
Önceki Yazı

EVİN YAKININDA / SELAHATTİN AVCI

Sonraki Yazı

KIRAN GİRSİN KIRAN YILLARINA / ADNAN GERGER

post-bars

Bir Yorum Yapın