EVİN YAKININDA / SELAHATTİN AVCI
Fırından pide ekmek almak için çıktım. Gidip gelmem yirmi dakikamı alır. Bugünün pazar olması işleri değiştirebilir. Pide kuyruğu. Tam da düşündüğüm oldu. Fırına yaklaşırken gözümle hızlı hızlı insanları saymaya çalıştım. Sayarken birkaç eksik ya da fazla çıkabilir, bunu çok fazla önemsemedim. Otuz kişi saydım, kuyruğa daha da yaklaşırken sayım işlemine tekrar döndüm bu sefer otuz iki çıktı. Kuyruğun sonuna doğru ilerlerken iki kişinin de sıraya yaklaştığını görünce adımlarımı hızlandırdım. Baktım olmayacak, koşmaya başladım, birinin önüne geçtim, diğerinin arkasında kaldım. Fırınla karşı karşıya Köy Çiftlik, geçen hafta zeytinin biraz ucuzuna kaçtım. Zeytinlerin diriliği yoktu, “İçleri gevşemiş onların abi alma, ”demesine rağmen bile bile aldım. Evdekiler, zeytini ısırır ısırmaz bööööh çürümüş bunlar üstüne basa basa çürümüş bunlar. Satıcıya hemen veryansın ettim. Hepsinden sesim daha yüksek çıktı. Duvarı yumrukladım. Abartarak dikkatleri üzerime çektim, “Git değiştir,” lafını duymadan yarım kilo zeytini alıp çöpe attım.
Kuyruk, arkamdan uzamaya devam ediyordu. Önümdekine hemen geleceğimi tembihleyip zeytinle görülecek hesabı kesmeye gittim.
“Söylediğim halde tek alan sen oldun abi, sonra kaldırdım gevşemiş zeytinleri.”
“Tek ben almışım, almamam için beni zorlasaydın. Alma bırak onları, işine yaramaz diyemez miydin? “
“…”
Çürümüş olduklarını dudağının ucuyla söylersen alırım elbette. Bu şekilde düşünmem neyi değiştirir ki aldık, gittik. Gelmişken birkaç yumurta, biraz peynir elbette biraz da zeytin alayım bari. Yumurtaya uzanmamla sertçe, alma onu, kulağımın içinde. Yumurtayı bırakıp peynire uzanacakken kulağımda dönenen ses henüz dağılmadan ikinci bir darbe daha, onu da alma. Bir iki adımda burun buruna geldik, diktiği gözlerini gözlerimden kaçırmadım. “Buradaki her şey bayat,“ deyince gözlerim elindeki hareketliliğe kaydı, kutu sütü sıkıyordu. Sağ tarafımdaki açık çayı avuçladım. Her an her şey olabilirdi. Dudakları hemen git buradan, benim dudaklarım sen git. Alnındaki damar benim dükkânımdan beni mi kovuyorsun, gene benim dudaklarım evet kovuyorum, bayatlamışsın burada. Onun dişleri sütün kapağında, sütü yüzüme boca ediyor, bir an olsun kımıldamıyorum, süt dişlerime kadar inen sütü emdim, cuk cuk. Yanaklarımı içe doğru çektikçe alnındaki damar şiştikçe şişti, avuçladığım çayı yüzüne fırlatıp hemen kaçtım. Peşimden gelmedi. İşimi sağlama almalıydım, dükkânın etrafında iki tur atıp pide kuyruğuna vardım.
Tembihlediğim adam çoktan gitmişti, gitmesinin ne önemi vardı. Sıra benimdi zaten hakkım olan sıramı almalıydım. Kuyruğun sonundan başa doğru ilerlerken “ Sıra benimdi, karşıdaki dükkândaydım” diye diye en başa geldim. Arkamdan bir el omuzuma yapıştı, “ yürü geç arka tarafa” elini bir türlü çekmek bilmiyordu. Yerimde durdukça kendine doğru çekiştirmeye başladı. Döndüm. Yüz yüzeydik, eli hâlâ omzumda. Ben de elimi omzuna attım, bastırdıkça ben de bastırıyordum. Göz gözeydik. Bu işin sonunun nereye varacağını merak ediyordum. Sıradan çıkan başka biri de iki eliyle omuzlarımızı tutup aman etmeyin, yapmayın diyerek dibimizde bitiverdi. Omuz omuza verip ekmeğimizin peşine düşmüştük. Fırından gelen kürek sesleri sıcak pidenin çıktığını söylüyordu. Elimi çekmeye kalmadan burnumda bir yanma hissettim. Sırtüstü kendimi yerde buldum. Ayağa kalkamadan bir yumruk daha yedim. Oysaki omuz omuza vermiştik. Sanırım yüzümdeki alaycı gülümseme her şeyi tetiklemişti. Gözümde yıldızlar yerine pideler dönüp duruyordu. Pidesini alanlar üzerime eğilmiş beni kaldırmaya çalışıyordu. Kuyruktakiler, sıralarını kaybetmemek için istiflerini bozmuyorlardı.
Yan taraftaki duvarın dibine çömeldim. Atletimi burnuma gömdüm. Kanı bastırmakla meşguldüm. Askıdaki ekmeğe gözüm ilişti. Bekledim. Dünyanın merkezindeydim, kaldırım taşıyla atletim arasında. Askıdaki ekmekleri bekleyenlerle, kuyruktakiler arasında zihin yoklamasına koyuldum.
Askıdaki ekmeği bekleyenlerin fırın duvarının ayrı köşesinde görünmemeyi tercih ederken kuyruktakilerin de görünür olması, iki sıra arasındaki bilinmezlik bağını kuvvetlendiriyordu.
Herkesin içindeki soru değişkendi.
Askıya geçen sefer almıştım, alsam mı almasam mı?
Hiç almadım, almamaya devam edeyim.
Cebimde beş ekmek parası var, iki kendime üç askıya, neyse boş ver.
Cebimde sadece iki ekmek parası var, alamıyorum ne yapayım.
Cebimdeki paraya mı göz diktiler. Almıyorum.
Kafamı kaldırmayayım, onlar görünmezse ben de görünmez olurum.
Cebimde yirmi ekmek parası var. Beşi kendime, on beşi askıya.
Yeliz’e çay koy, dedim. Uyandı mı?
Pazar pazar çocuğun voleybol kursu var. Uyumak dururken
Geçen gün şu fırça bıyıklı hepimize almıştı.
Şu yerdeki dayak yiyen saatlerdir burada, biz de buradayız.
Sabah sabah kaynanamı bize getirdiler.
Şunun bindiği arabaya bak “ kocaman cip” hiç bize ekmek almaz.
Beş tane aldım, çocukla gönderdim. Beş tane daha alayım.
Üst komşu dün herifinin kulağını ısırmıştı, n’oldu acaba.
Hafifçe doğruldum. Fırına tek tük geliyorlar artık. İki pide aldım. Burnumun zonklamasına aldırışsız, ekmeği küçük ısırıklarla kopardım. Eve varmadan birisini bitirdim. Kendimi tutmasam diğerini de gözüme kestirmiştim. Üç saat oldu, eve varamadım.