YENİDEN DOĞUŞ / CEREN NUR PETEKKAYA
Sanrılar ve Sanılanlar
Gözlerinin önüne gelen gölgelerden bihaberdi. Yaşamaya çalışıyordu. Nefesine yetemiyordu, düşünmüyordu da nefes aldığını. Yalnızdı karanlık odada. Rutubetli duvarlar onu her yönden kuşatmıştı. Ruhunun her zerresinde dolaşan korku, kimsesiz bedenine karışmış. Gözyaşlarının akmasına engel olmuştu. Kapı yavaşça aralandığında, dizlerini biraz daha kendine doğru çekti. Vücuduna kazınmış derin yaralar, zaman geçtikçe yerini haykıran morluklara bırakmıştı. Kapının ardında beliren siluetler, ellerindeki mumlarla içeriye girdiğinde karanlık oda aydınlandı. Morluklar kızıllıkla buluştu, içlerindeki bu lanetli arzunun volkanı, isimsiz mezar taşlarındaydı.
“İrene, inat ediyorsun. Doğru mu duyduklarım?”
Konuşan, içlerinde en gözü kara olanıydı. Acımasızdı. İrene onu iyi tanıyordu. Ona aşık olduğunu sanıyordu. O zamanlar düşünememişti. Karşısındaki canavarın kızıl gözlerine bakarken, hissettiklerinin lanet bir sanrı olduğunu şimdi anlıyordu. İçinde dinmek bilmeyen hislerin asıl kaynağı, ruhunun ölüp bedeninin odada olmasıydı. Karanlıkta.
“Senden nefret ediyorum!”
“Ne tesadüf İrene. Bende senden nefret ediyorum. Ama dur… Tanıştığım günden beri senden nefret ediyorum, ediyordum.”
Saklamak faydasızdı, kalbi kırılmıştı. İyi olduğu için mi yoksa güçsüz olduğu için mi ? Hayat ona belirsiz gölgelerdi. Doğmuştu. Yalnızdı. Ölecekti. Pek umursadığı yoktu. Evreninde bir bina daha çökmüştü. Enkazın altında kalmıştı. Bedeni ya da ruhu fark etmezdi. Alışmıştı, derin bir nefes alarak devamlı kendi kendine tekrar ettiği cümleyi haykırdı. Mezar taşlarının kendi nefesiyle titrediğini biliyordu. Üşümüyordu. Titriyordu.
“Sizin gibi değildim, boyun eğmedim. Bak, hâlâ yaşıyorum. Yaralı olsam da titrese de ciğerlerim doluyor. Hoşlanmıyorsunuz. Kabul et, şaşkınsınız…”
“Bak, küçük kız ! Onu bana ver bitsin. Sen özgür ol, ben güçlü olayım. İrene’yi hiç özlemedin mi? “
“ Özgür olmak için sana kalbimi sunmam. Bırak tutsağın olarak kalayım, işkencelerine devam et. Özgürlüğümü avuçlarına bırakacak kadar ölmedim Arden ! Tekrar dene.”
“Kendine çok güveniyorsun”
“ Kendime güvenmiyorum. Korkağımdır. Senin daha fazlası olduğunu biliyorum. Kendimden daha korkak biriyle savaşmaktan korkmam. Sen daha iyi biliyorsun.”
Karanlığın içine daldı İren’e. Kâbus hayatı ruhuna dadanmış. Ağır sözleri, morlukları, kanlı bedenleri onu öldürmek için üzerine salmıştı. Vakumun içinde, vücudunda gezen ellerini hissetti. Kulağına fısıldayanı tanıyordu.
“ Sana aşığım İrene. Ellerimi düşün, yalnızlığım, kızıllığım yalnız senin için.
“ Ağlamak istiyorum, son mu? “
“ Geçeceğini söylesem bana inanır mısın İrene ? “
“ İnanırım.”
Gözlerini açmıyordu. Biliyordu. Zihniyle oynuyordu. Vücudunda dolaşan elleri değildi, ateşti. Yalvardı, başka çaresi yoktu. Beden kararsa kan durur, yara kabuk bağlardı. Ruh kanarsa diz çöktürürdü.
“ A-Arden ! Dur. Lütfen dur. Beni duyduğunu biliyorum. Sesim çıkmıyor ama duyuyorsun, buna bir son ver, öldür beni. Ölmek için sana yalvarıyorum. Küçüğüm ama olsun yap, beni mahvet ! Yıldırımlara hükmediyorsun, bense yorganımın altına sığınıyorum. Güçlüsün.”
“ Yıldırım mı istiyorsun sevgilim.”
Karanlık, yıldırımlarla aydınlandı. Çığlıklar, yalvarmalar nafileydi… Zihnindeki acı, kalbindeki acıdan daha yoğundu. Dizleri yere değdi. Vücudu soğuk zeminle buluştu. Gözleri kapandı. Gerçeklerden gelen bir ses duydu.
“ Sonunda diz çöktün sevgilim.”
Dondurulmuş düğümler ve açık yaralar
Açık yarasından damlayan zehir, ona asla dikiş atamayacak eller şifaydı. Gözlerini açmak istememişti. Acı çekse de… Arden’in yalanlarla inşa edilmiş aşkını duymak istemişti. Sesi, kızılları, elleri onu içine çekmişti. Şimdi de kanatlarını koparıp ellerini bırakmıştı. Düşmüştü. Düştüğü yer cehennem değildi. Ateş yoktu. O bilinmezlik cennet de değildi. Orada su yoktu, gülüşler, hisler de… Kendisi vardı sadece. Kendi kollarına düşerken kolları onu tutmamıştı. Sert vurup dibe dalmıştı. Ay ışığının okşamadığı okyanusuna gömülmüştü. Okyanuslar daha korkutucuydu. Kimin gözlerinden taşacağı belirsizdi. Ay ışığı gözlere pek uğramazdı, gerçek sandığı okyanuslarda soluklanırdı, gözlere dönmezdi. Kendisi gibi yalancı mavilere aşıktı. Aralandı gözleri. Bu defa karanlık değildi evreni. Sesler yoktu, o da… Arden ! diye fısıldadı.
Arden odasına koşar adımlarla çıkarken ayakkabılarının zeminde çıkardığı tok ses ürperticiydi. Saatler gece yarısını gösteriyordu. Evdeki tüm saatler bozuktu, Arden zamanı sevmezdi. Aydınlıksa gündüz, karanlıksa zaten geceydi. Gece yarısı olduğunu gökyüzünün büründüğü renkten anlamıştı. Üst kattaki odasına vardığında, dolabın şifresini girdi. Aradığı zarf oradaydı, üzerinde kırmızıyla yazılmış iki kelimeye baktı. Gülümsedi.
“Kızılların için”
6 ARALIK 2049
04.11
Sevgilim
Aklıma kızılların geliyor. Ağlamayı durduramıyorum. Taş avuçlarımdayken istediğimin bu olduğunu bilmiyordum. Öğrendim ki taş ayın karanlık yüzüydü. Sakladığımız benliğimiz, yalanlarımız içindi. Taş ellerimdeyken birini öldürdüm. Kanlar içinde yerde yatarken yüzünü örtmüştü. Yüzünden çektim saçlarını. Bir kâbusun içinde tekrar yaratıldığımı hissettim. Bendim. Yüzümüz aynıydı. Nabzını duyuyordum. Peki bu kadar kan neydi? Boynundaki kolyeye baktım. Annemin beni terk etmeden önce bana bıraktığı kolyeydi. Ben beni öldürmüştüm. Katildim. Tutsak olmak istemiyordum. Onu kucağıma aldım, her yerim titriyordu. Korkuyordum hem de çok. Taşı da onunla beraber evinin bahçesine gömdüm. Kendi kendimin katiliyim. Onun, seninle yaşamasını istedim, yerin altında. Peki, şimdi hangimiz cehenneme gideceğiz ?
Benim aksime, kızılların hep seninle kalsın.
Beni, ben bile terk ettim…İrene…
Ona kadar say, aşk tanrıçası
Yıllar önce
Küçük adımlar ve büyük adımlar. Henüz gün yeni doğmuşken lunaparktaki atlıkarıncanın önü. İkisi de sürüklenmişti. Yorulmuşlardı. Aldıkları nefesler darmadağınıktı. İrene, atlıkarıncada gülümseyen çocukları görünce ilk defa onlar gibi olmak istediyse de olamayacaktı.
“ A aanne ben de oynayabilir miyim? “
“Seninle beraber oynayacağız kızım.”
Şaşkındı, elini ilk defa tuttuğu annesi ona oyun oynamayı teklif etmişti. Eğlenceli olacaktır, diye düşündü. Kalbi göğüs kafesine sığmıyordu. Zıplamalıydı. Oynayacaktı.
İblis, anne kıza, bir oyun yaratıyordu. İrene adını verdiği, küçük bir oyuncağa sahipti.
“ Gerçekten benimle oynayacak mısın anne? “
“ Atlıkarıncanın önüne geçip ona kadar say. Saklambaç oynayacağız. Ebe sensin.”
“ Tamam !”
Çocuğun kahkaha sesi, göğün ışığına bedeldi. Annesinin elini tutup oraya gidecek kadar masumdu ruhu. Elleri mavi gözlerinde çarşaftı. Annesinin yokluğunu düşleyişi…
1-2…9-10 !
Şehri bilmemesine rağmen, ay göğe yükselinceye kadar annesini aradı. Hep aynı noktadaydı. Atlıkarıncadaydı, gözyaşlarıyla. Sürekli ona kadar saydı. Boşluğu her gördüğünde nefesini tuttu. Nefes almayı unuttu. Oyuna kurban gitti. Son bir defa daha sayacağım, dedi. Ellerini gözlerinden çektiğinde kızıl gözleri gördü. Annesi ona bir kolye gönderdi.
Arden, taşın yerini öğrenmişti. Gözlerinden kelimelere damlayan yaşların, hislerini silmesinden korkuyordu. Hisler saklambaç oynuyordu. Ebe bizdik. Ebe Arden’di.
Zifiride bir çift kızıl göz parladı. Adımları toprağa sağlam basıyordu. Ruhu, terk edilmiş sokaklarda, yıldırımların altında çöp toplayan çocuk değildi artık. Kemiklerine sızan, korkuydu. Şehrin ışıkları gözleri kapalı sayıklıyordu. Ağıt.
Zamansız çöküş, yok oluştu. Toprağa baktı. Gün ağarıncaya kadar koşacaktı. Onu bulacaktı. Taşı avuçlarına alacaktı. Aşk tanrıçası onları gömmüştü. Çıkaracaktı. Ateş olacaktı. Şeytanı yaratacaktı.
Tırnaklarını toprağa sapladı. Koşmaya başladı. Gün hiç ağarmadı. Ruhu koşmayı bırakmadı. Dibe ulaştığında aradığını bulamadı. Kolye vardı mezarda.
Atlıkarınca…
Gözyaşları…
Küçük aşk tanrıçası…
Arden’in çığlığı göğü inletmedi, yıldırımları yenemedi, duyulmadı. O gece tüm yıldızları söndürdü.
Peki taş neredeydi?
DOĞUŞUN ADIMLARI
Adım adım yok oluşa yürümek gereksizdi. Gelmişti. Kapının önünden içeri almamızı bekliyordu. O yüzdendir ki hâlâ kıyamet kopmadı. Arden kilitli kapıyı kırdığında bedenini kaplayan acıya dayanamıyordu. Ayakta duramıyordu. Diz çöktü. Kesik avuçlarında aradığı taş vardı. Ruhu rakamları duydu. 1-2-3…
“Hayır İrene !”
Ayağa kalkmadı, düşeceğini bildiğinden sürüklenerek vardı yanına. Cansız bedenini kollarının arasına aldı. İrene ölmek istemişti. Bu oyun, onu terk eden iblisten mirastı. Oyunu yaratmıştı. Oyuncağı olarak Arden’i seçmişti.
Aşık olduğu adam İrene’yi öldürmemeliydi. Sen, beni öldürmeden kendimi yok ettim sevgilim. Yıldırımların itirafıyla, yıldırımlara hükmetti Arden. Korkusunu emdi. Kanlı taşı ellerine aldı. Gözlerini kapattı, başından beri tek dileği İrene’ydi…Geçmişi…
12 ŞUBAT 2024
Arden, atlıkarıncanın önünde durduğunda onu gördü. Yaşıyordu! Çocukluğu hâlâ ölmemişti. Koştu. Kızıllarına dökülen tutamlar rüzgârda uçuşuyordu. İblisin ona verdiği kolyeyi, çoktan çöpe atmıştı. İren’e kendi geleceğini tanıdı. Kollarını onun boynuna doladı.
“ Arden ! Gerçek misin sen? Bana sarılan sen misin? Arden ! “
“Başından beri bendim, acılarımızı dindirmek içindi aşk tanrıçası.”
Kan, yaş, nefret hepsi geleceğe hapsolmuştu. Tüm yaşananlar geçmişe aitti. İrene yaşlarını silerken, Arden kulağına fısıldadı.
“Geçeceğini söylediğimde bana inandığın için teşekkür ederim. Geleceğimiz kanamasaydı, geçmişimiz kabuk bağlayamazdı.”
“ Ama büyüyemem çocukluğuma hapsoldum, büyürsem öl…”
“ Bende çocuğum, bizi bu yaşa hapsettim.”
“Hâlâ inanamıyorum. Bu mucize mi, rüya mı, boşluk mu? Kendimi öldürdüğüm için ruhum burayı ziyarete çıktı, tekrar döneceğim oraya değil mi Arden. Bir şey söyle.”
Arden yaralı ellerini uzattı. Göğe baktı. Rengine. Sabah olmasına iki saat vardı. Derin bir nefes aldı. Ellerini uzatan Arden, tutan İrene’ydi. Enkazın ellerinden gülümseyerek tuttu İrene.
“ Atlıkarıncanın önünde ona kadar sayan küçük aşk tanrıçası, rakamları unut… Yaşlarını sil. Beni sana annen gönderdi.”