AKI KAURAMASKİ SİNEMASI, GEÇMİŞİ OLMAYAN ADAM / HACER KARDİYEN DURMAZ
Aki Kauramaski sineması Kuzey Avrupa yönetmenleri arasında farklı bir yerde zira tüm filmlerin birbirine benzediği bir zamanda hem içerik hem biçim olarak özgün bir anlatıma sahip . Avrupa’da yaşanan sosyal adaletsizliğin alt sınıflar için ortaya çıkan toplumsal ve politik sonuçlarını gerçekçi bir üslupla beyaz perdeye taşıyıp sistem eleştirisinde bulunan filmler yapmaktadır yönetmenimiz.
Kauramaski, refah düzeyi en yüksek toplumlar olarak bilinen İskandinav ülkelerinde sistemin dışında kalan ezilen proletarya sınıfına çevirir kamerasını . Üst sınıf yaşamını bilmediği için onların filmlerini çekmediğini söyler. “Eğer işsizlik üzerine bir film yapmasaydım aynada kendi yüzüme bakmaya utanırdım.” der. İşçi sınıfını çok iyi tanımlaması ,hayatının bir döneminde inşaat ustalığı ve bulaşıkçılık gibi işleri yapmasından kaynaklanır . Yönetmen daha sonra film eleştirmenliği ve film senaristliği ile adım atar sinemaya .
Filmlerinde evsiz , işsiz, yersiz, yurtsuzlara odaklanır, burada Kauramaski ,her türlü zorluğa karşı haysiyetli bir yaşamı ve umudu kaybetmemeyi öğretir ,gösterir .Her şeye rağmen iyimserdir ve filmleri de mutlu sonla biter .
Kauramaski’nin etkilendiği yönetmenler, Pierre Melville ve Robert Bresson’dur. Sade oyunculuğa ve mesajların aktarımı için basit sinema diline ihtiyaç duyar. Bu bağlamda İtalyan Yeni Gerçekçilik akımı izleri filmlerinde yoğun bir şekilde görülür . Jim Jarmush filmleri gibi fazla altı çizilmeyen eşsiz bir mizahi yanı vardır filmlerinin ancak mizah bir komedi unsuru değildir senaryoda. Anlatıyı besleyen bir ironi olarak karşımıza çıkar.
Kauramaski ,2002’de Cannes Film Festivali’nde Grand Prix ödülünü alır ancak savaş halindeki ülkeye gitmek istemediğini söyleyerek galaya katılmayı reddeder , sonraki filmi Alacakaranlıktaki Işıklar’da , Finlandiya’nın yabancı dilde en iyi film adayıdır lakin Kauram Amerika’nın Irak’ı işgali yüzünden George Bush ‘un dış politikalarını protesto etmek amacı ile adaylığını reddeder . Kauramaski , 40. New York Film Festivali’nde de İranlı yönetmen Abbas Kiyarüstemi’nin festival için Amerikan vizesi alamamasını sebep göstererek boykot eder festivali.
Genelde proletaryayı temsil eden filmler çeken Kauramaki’nin dikkat çekici edebiyat uyarlamaları da vardır . Bunlar : Suç ve Ceza , Hamlet ve Kibritçi Kız .
Şimdi Geçmişi Olmayan adam filmine odaklanalım . Film M adında karakterin tren seyahati ile başlar . Tren yolculuğundan sonra karakter banliyölerde üç kişi tarafından şiddete uğrar. Başından ağır yaralanan karakter öldü zannedilip bırakılır . Hastanede gözlerini açan karakterimiz hiçbir şey hatırlamıyordur . Hastaneden kaçan kahramanımız işçi konteynerlerinin olduğu bir kıyıda bulunur , onu bulan kişiler de işçidir . Bir süre bu konteynerde kalır, iyileşince hayatını devam ettirmeye çalışır .Ama çok önemli bir problemi vardır . Sadece işsiz ve parasız değildir aynı zamanda isimsizdir . Bir isminin olmaması başına türlü sorunlar açar , hiçbir yerde kim olduğunu ispatlayamaz , bankada ,polis merkezinde, gittiği İşçi Bulma Kurumunda isimsizliği hep dert olur . Onu destekleyen ve inananlar hep proletaryadır. İşsiz, parasız ,belleksiz, kimliksizdir , ona inanan işçi arkadaşı bu durumdan bile iyimser bir anlam çıkarır . “Şanslısın hayat hep ileriye doğrudur , geçmişinde yaşamıyorsun hayat hep gelecektedir,” der . Din afyondur diyen Karl Max aslında bir şeyi aklından çıkarıyordu . Din fakirler için afyondur , zenginler için değil . İşçiler ve düşük sosyoekonomik şartlarda yaşayanlar hep iyilik yapar, karşılığının cennet olacağını düşünür , bir yardım kuruluşu olan Selamet Ordusu da tüm iyilikleri, Hazreti İsa ve Tanrı için yaptıklarını söyler. İsa ya da Tanrı inancı aslında fakirleri susturan, bastıran, isyan etmelerini engelleyen bir araçtır ya da Karl Max’‘ın deyimiyle afyondur, uyuşturucudur.
M. hayata tutunma çabasına devam eder. Sadece yardım kuruluşları ile bu iş olmayacaktır bir konteyner bulur, burada işçi sınıfını bile sömüren bir düzen ile karşılaşır , devlet görevlisi illegal yollardan kendine ait olmayan maldan hak etmediği kirayı almak ister, mecburdur M. Yanlış olduğunu bile bile polisin yasadışı kazancını sağlamaya çalışır, bunu karşılamak için işçi bulma kurumuna gider. İsmi olmadığı için iş bulamaz, becerisini gören fabrika müdürü, bankaya gidip hesap açtığı taktirde çalışabileceğini söyler M. ye. Burada da isimsizliği yüzünden hesap açamaz. Öğrenir ki İsviçre’de isimsiz hesaplar açılıyor ve sadece banka numarası ile birlikte tüm işlemler gerçekleşiyor , bir gönderme var burada . İsviçre Bankası’nın illegal yollardan para kazanan insanlara kucak açmasını eleştirir yönetmen İsviçre’de oluyor da neden benim ülkemde olmuyor, der. Diğer bankaların hayatımıza girmesi ile insanları sömürmesi ve kapitalist düzen hakkında banka müdiresi ile konuşur, Yönetmenin sistem eleştirisi bu defa bankacılık üzerinedir . Müdirenin “İsviçre liberal ülkedir biz değiliz” cevabı kahramanı şaşırtır .
Kendine ait küçük dünyasında M. patates yetiştirmeye başlar bulduğu filizlenmiş patatesleri eker hasat yapacağı zaman arkadaşı ile realizm üzerine bir diyalekt gerçekleştirir ki enfestir .
Patateslerini benimle paylaşır mısın ? diyen arkadaşına Hayır ben realistim , der. Patateslerin bir kısmını sonraki ekim için diğerlerini de kendisi için ayırır yine de iskorpit hastalığı olan arkadaşına yarın patates vermeyi ihmal etmez. Müzik sınırları okyanusları sınıfları ve mekanları en iyi aşabilen formdur. Sosyomüzikolog Simon Frith’e göre farklı müzik deneyimlemek aynı zamanda kimliği deneyimlemektir. Müzik nerede olursa orada kolektif bir kimlik hem deneyimlenir hem sergilenir . Filmde M. nin kilise müziği çalan orkestraya popüler müzik kültürünü tanıtması ve işçi sınıfına bu kültürü deneyimletmesi aslında kolektif bilincin oluşmasına ve sessiz direnişin başlamasına örnektir .
Filmde M. nin polis merkezinde görevli ile olan konuşması da kayda değerdir . Görevli , M. nin isminin olmaması ile yersiz yurtsuzlaşma kanununu ilga ettiğini söyler, peki nedir yersiz yurtsuzlaşma?
Yersiz yurtsuzlaşma kavramı kapitalizmin yeni bir toplumsal düzenleme ve kurumsallaşma yoluyla mevcut yapıyı dağıtıp bütün kültürleri köksüzleştirerek , onları aynı düzlemde toplayarak yeniden yerli yurtlulaştırma yoluyla kendini üretmesidir . Filmde tüm işçiler yerli yurtlulaştırılmıştır. Fransız felsefeci Deleuze’nin deyimi ile Organsız bedenler olarak tanımlanmıştır. M. isimsiz olduğu için bu kurala aykırı davranmıştır. Düzeni bozanların yeri akıl hastanesidir bir nevi düzene uymayanların akıl sağlığından şüphe edilir .
Kuzeyde yaşayan Protestan burjuva sınıfı , çalışkan ve dürüsttür. üretim araçlarına sahip olan burjuva kapitalist sistemin egemen olması ile tüm mal varlığını yitirdiğinden bahseder. Bu sebeple aslında kendisini soyan bankayı soymaya gider . Bu trajikomik sahneden burjuvaların sözlerini tuttuğuna, borçlarını ödemek uğruna ne gerekirse yaptığına , işçilerin hakkını ödediğine şahit olurken kapitalizm mi burjuvazi mi ikileminde kalırız. Hangisi daha iyi ya da hangisi daha kötüdür?
M. yi savunan avukatın ona hediye ettiği puro da güzel bir imgedir. Puro Küba direnişini temsil ederken arkada fonda güney Amerika müziği de çalar M. puroyu açar ancak içmez. Çin yemeğini yemeye devam eder.
Aki Kauramaski filmde abartıya yer vermez , oyuncular Kuzey insanlarının soğukluğunu yansıtır. Duygusal değillerdir, her olumsuzluğa hazırlardır. Karakterlerde bitkinlik ve bezginlik vardır.
Kauramaski , dışlanmışları anlatırken kaba ve politik bir siyasi dil kullanmaz . İdeolojik bir dille değil örtük ve estetize edilmiş bir dil ile sanatını icra eder. Filmlerinde tek bir gerçeklik vardır , fakirlik .
Kauramaski, insanın sahip olduğu her şeyini bir anda yitirdiğinde hayatı sıfırlandığında bile kaldığı yerden devam etmenin faziletine işaret eder. Onun için önemli olan , çok değer verdiği işçi sınıfının yaşadığı zorlukları tüm dünyaya gösterip umudunu hiçbir zaman kaybetmemeyi insanlara aşılamaktır.