CİNAYET GÜNLÜĞÜ / YILMAZ BİNTEPE
Bu sabah benden önce uyandım. Sofrayı hazırlayacaktım zeytin yoktu, peynir küflenmişti. Bir sinek konmuştu reçele. Pazardan getirdiğim çiçek solmuş, masa örtüsünde lekeler vardı. Taze ekmeği cinayetimi anlatan gazete kağıdından çıkardım. Önce bir ısırık, iki, üç ısırık…Yarım bardak su içtim. Evden ayrılmadan önce kapının gıcırtısını da ihbar ettim, bekledim gelen olmadı. Bedenimin üstünü örttüm, evden çıktım kapıyı kapatamadım,
-III-
Bu sefil yalnızlığımla
Kimseden özür dilemeyeceğim
İçimi kemirenin ne olduğunu
Herkes ve her şey unutsa bile
Hatırlayarak haykıracağım.
Ormana geldim, kirpi ölmek üzereydi. Nefesi ve nefesim yağmuru ısıtmaya yetmiyordu. Kıvrandıkça kurumuş yapraklar canını mı acıtıyordu yoksa acısı son bulsun diye mi yapraklara sarılıyordu bilmiyorum. Göz göze gelince bir, iki, üç…on beş gözyaşı… Bana mı ağlıyordu? Ben de ağlamalı mıydım? Yağmurun sesi ölümün de sesi oldu. Yanına uzandım, zamanının yanılsamasında hareketsiz kaldım. Mezarlık aramadım. İlk gördüğüm hambeles ağacının altına kalbini bıraktım. Gözlerini, yağmuru ısıtsın diye nerede olduğunu bilmeden güneşe savurdum. Kanı yağmur suyuna karıştı, mantarların yanına kadar takip ettim. Mantarların yanına gelince oklarını ve dilini yedim. Derisini, bağırsağını otların üstüne attım,
-II-
Hududuna vardığım körlükte
Bir daha ezdiler pıhtılaşmış yaralarımı
Her defasında bir kez daha…
bir kez daha
Anıtlarla bezeli anılar mezarlığıma hoş geldim.
Gözlerim açıldığında karakoldan ayrıldım. Kıyı yolunu dövüyordu dalgalar. Yol boyunca yürümeye başladım. Ormanın yolunu kaybetmiştim ve gri bulutlar zamanı soldurmuştu. Ağladım, çok ağladım. İlk nerede soyunmaya başladım?.. Üşümeli miydim, derimi de soymalı mıydım? Suya mikro ufalanır mıydı kemiklerim? Dörtyola geldim. Mazgalın üstünde duran kaldırımda oturdum. Yağmur ayaklarıma vura vura mazgala giriyordu. Trafik ışıkları çıldırmışçasına yanıp yanıp duruyordu. Karşı kaldırımda etekleri avucunda bir kadın sidiğinin suya karışımına gülüyordu. Araçları izlemeye başladım. Tekerler nefesimi kesmeye başladı. Hepsini sayabiliyordum. Çılgınlık bu…Ellerimin arasına aldığım başımın, öne arkaya yatıp kalkmasına ve iniltiye benzeyen seslerin çıkmasına engel olamıyordum. Sürükleniyordum!.. Kirpinin gözlerini gördüm önce sonra hafif nemli burnunu, okları bedenimden fırladı ve dili göğsümü yarıp haykırdı. Yaşamalısın! Yaşamalısın! Yaşamalısın! Eve doğru koşmaya başladım. Döndüğümde kapı hâlâ açıktı. Üstünü örttüğüm bedenimi giydirdim ve giyindim, saçlarını ve saçlarımı ördüm. Çizgili pijamasını giydirdim ve pijamamı giydim. Önceki bedenimden özür dileyecek oldum. Susturdu. Ona yaklaştıkça canımın acıdığını hissettim…Yine de yaklaştım… Sarıldım… Gözüm kapandı…Güneşin kızıllığında gözümü açtım. O, ben olmuştu, ellerimde kirpinin dikenleri.
-I-
Arınamıyorum şahitliğini yaptığım sabahsız uykulardan
Ve umursanmayan çiçeklerin masallarda ezilişinden.
Kapı zilinin korkularımı pansuman edişi
Azımsatıyor aldığım nefesin ruhuma iyi gelişlerini.
Kıyamet mi bu düşünüyorum o halde varım
Enikonu çıldırış sarıyor ve saldırıyor içimdeki her şeyin ağıtına
Kurumuş otlar üstünde deliliği demliyor sefalet
Ve küçülmüş boğazım, ne yesem ne içsem düğümleniyor
Düğümlendikçe katili oluyorum bütün umusuyla inancımın.