ALBERT CAMUS VAROLUŞÇU FELSEFE BAĞLAMINDA UYUMSUZ İNSAN VE BAŞKALDIRI / BARAN ARSLAN
Albert Camus’nun Sisifos Söyleni’nin giriş sayfasında “Tek bir felsefi sorun vardır o da intihardır” yazar. İlk gençlik yıllarımda Camus okumalarımı derinleştirdikçe yaşama ve ölüme ait bilgi zenginliği gördüm. Karl Marks’ın 11. Tezi olan “Filozoflar bugüne kadar dünyayı değişik açıdan yorumlamışlardır, önemli olan yorumlamak değil dünyayı değiştirmektir” savı ne kadar önemliyse Camus’un “Tek bir felsefi sorun vardır o da intihardır” savını çarpıcı bulurum. Nasıl ki David Hume, Imannuel Kant’ı doğmatik uykulardan uyandırmışsa Camus bende farklı bir dünyanın kapısını aralamıştır. Bir insanın ölümüyle beraber her şeyin sonu hiçe varıyorsa neden yaşıyorduk?
Nasıl bir evren yaratmıştı Camus?
Sanırım edebi eserlerinde felsefe yapması ilgimi çekiyordu. Aslında her metnin felsefi bir arka planı vardı. Bir metni bütün yönleriyle incelediğimizde felsefi arka planına ulaşabilirdik. Camus kendi felsefesini edebiyatın içinde kullanmış adeta edebiyatı felsefesinin bir aracı haline getirmişti. Edebi metinler her şeyden önce varlıksaldır. Felsefedeki ontolojiye denk gelir bu. Filozof ise gerçeğin peşindedir. İşte sanat için taklittir, sanat yaratıcı etkinliktir ya da ikisinin etkileşiminin ürünüdür diye üç başlık açılmıştır. Felsefe hakikati arar ama sanat zevkle ilgilidir. Sanatsal bir yapı akılsal değil, hayal gücü ve duygularla ilgilidir. Estetik duygu oluşturur. Felsefe soğuk ve rasyonel bir akıl yürütme biçimi. Camus ‘da estetik tavır, estetik haz var. Sorun varsa felsefe vardır. Huzursuzluk önemli. Filozof sanatçımızın bir derdi, huzursuzluğu var. Bu huzursuzluk bir kurt gibi için için kemirir durur Camus’yu.
Camus’nun edebi metinlerinde ölüm, kaygı, aşk, yalnızlık, kader, varoluş, özgürlük gibi evrensel, felsefi problemler var mı? Evet var. İşte bu yüzden Camus’nun edebi eserleri ölümsüzdür.
Sisifos Söyleni saçmanın nasıl bir felsefe olduğunu anlatırken buna paralel olarak yazdığı Yabancı, saçmanın romanıydı. Veba ise başkaldıran insanın felsefesiydi. Felsefeci edebiyatçıydı, romanlar, denemeler, tiyatro metinleri yazmıştı. Felsefesini edebi bir dünyanın içine yerleştirmişti.
Felsefenin içinde edebiyat; edebiyatın içinde felsefe. Hayranlık duyulmayacak gibi mi?
Camus 1913 yılında Cezayir’de doğdu, Birinci Dünya Savaşı başladı. Bu savaşta asker olan babasını kaybetti. Cezayir’de çok yoksul bir hayat yaşadı. Annesi evlere temizliğe giderek geçimlerini sağladı. Bu yıllarda ekonomik sıkıntılardan kaynaklı o boğuculuğu yaşadı. 1928 yılında Cezayir’de felsefe eğitimine başladı. Futbolu çok sevdi, felsefe eğitimini yarıda bıraktı, okulun futbol takımında oynadı, kalecilik yaptı. İleride hayatını bütünüyle etkileyecek verem hastalığına yakalandı. Futbol hayatı bitti. Sonraki yıllarda kendisiyle röportaj yapan gazetecilere “Ben hayatı futboldan öğrendim.Çünkü topun nereden geleceğini asla bilemeyiz.” demişti. Bu anlamıyla futbola ilgi duyan, futbol oynayan ender filozoflardan biridir diyebiliriz. Platonu, Sokrates ile futbol oynarken düşünemiyorum.
Verem hastalığı o dönemde çok yaygındı. Yoksul halk kitlelerinin bakımsızlıktan veremden kırıldığı yıllardı. Camus felsefe eğitimine geri döndü. Dünya, evren düalizmi bağlamında Platiunus üzerine çalıştı, bitirme tezi hazırladı. Aynı dönemde 1930’da Dünya ekonomik bunalımı geldi. Kısa süren bir evlilik yaptı, eşi morfin bağımlısıydı. Ayrıldı. Fransa’ya gitti. Geri döndüğünde Cezayir Komünist Partisi’ne üye oldu. İkinci Dünya Savaşı patlak verdi.. İkinci Dünya Savaşı’nın başlarında Cezayir’e geri döndü. İlk başlarda pasif bir tutum içindeydi. Fransa’ya geri gitmeliyim, mücadele etmeliyim diyerek Fransa’ya döndü. Faşizme karşı yeraltı mücadelesine girişti. Kavga adlı direniş gazetesini çıkardı. Bu savaş döneminde Sisifos Söyleni ve Yabancı romanını yayımladı.
Birinci Dünya Savaşı’nda çocuk, İkinci Dünya Savaşı’nda genç, Cezayir, Çin Hindi, dünya ekonomik bunalımı… Camus, “biz iki büyük dünya savaşını, bunca acıyı, ölümleri, sıkıntıyı gördük. Bizden başka bir şey olmazdı. Bizden umut dolu, iyimser şeyler beklenemezdi. Biz başka bir felsefe geliştiremezdik.” demiştir.
Kişi kendi tekil yaşamından çıkarak bir felsefe yaratır mı burası biraz tartışmalıdır. Her filozof yaşadığı çağın etkilerini üzerinde taşır.
Sartre ile Paris’in en gözde entelektüel isimleri arasına girdi. Yaptığı aykırı işlerden dolayı dünya Camus’ye ilgi gösterdi. 1957’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü genç yaşta aldı.1960 yılında trajik bir trafik kazasında hayatını kaybetti. İlginçtir kazadan önce gazetecilerin “Sayın Camus sürekli ölümden bahsediyorsunuz, sizce en saçma ölüm nedir?” sorusuna ne acıdır ki “Trafik kazası” yanıtını vermiştir. Cebinde aslında bir tren bileti vardı. Son anda trenle seyahatten vazgeçti ve yayıncısının arabasına bindi. Dünyadaki en saçma ölüm nedenlerinden biri gerçekleşti.
Camus’un da içinde yer aldığı Varoluşçuluk, köklerini aslında Sokrates’in “Kendini bil savıyla” başlar. “Sorgulanmamış yaşam yaşanmaya değmez savıyla” devam eder. Heraklietos “Her ne aradıysam aslında kendimi aradım” der. Varoluşçuluk için Hıristiyanlık büyük bir kaynaktır. Bırakılmışlık, terkedilmişlik, düşüş. Hz İsa’nın çileyle geçen hayatı varoluş sorunlarını da içine alan bir hayattır.
Varoluşçuluk, umut, umutsuzluk, bunaltı, kötümserlik, hayatın anlamlı olup olmadığı, yaşam ve ölüme ilişkin bir felsefedir. Nietzsche, Heidegger, Sarte, Camus, Kierkegaard, Schopenhauer gibi birbirine benzemez filozofların yarattığı bir felsefedir. Bu anlamıyla Varoluşçuluk irrasyonalizmdir, idealizmdir, saçmalıktır, yabancılaşmadır, tanrının ölümüdür, başkaldırıdır, özgürlüktür.
Varoluşçuluk Camus’da saçma ve başkaldırı olarak özetlenebilir.
Albert Camus’nun deyimiyle bir yaşam sebebi denilen şey aynı zamanda güzel bir ölme sebebidir de. Hayatın yaşama zahmetine değip değmediğine ilişkin bir yargıya varmak felsefenin temel sorusuna karşılık vermektir. Hiç kimsenin varlığın özüyle ilgili bir kanıt uğruna öldüğünü görmedim. Güneş mi dünyanın çevresinde döner dünya mı güneşin? Değersiz bir sorudur bu. Buna karşılık hayatın yaşamak zahmetine değmediği düşüncesine vardıkları için intihar eden çok insan vardır. Hayatın anlamı en çabuk cevaplandırılması gereken sorular içindedir.
Yabancı’da Meursault saçma bir kahramandır. Nihilizm çağında hiçbir şeyin anlamı yoksa her şey mübahtır. Hayatın mekanikliği, tekrar tekrar aynı şeyleri yaşamak. Sürekli geleceğe yönelik yaşamak. Zamanın öldürücü niteliğinin fark edilmesi. Geleceğe dayanarak yaşarız. Dünyanın yabancı olduğunu fark ederiz. Absürt bir kopuştur. Uyumsuzluk duygusunda, kendisi ile oyuncu arasındaki dekor kopmuştur. Hayallerden, ışıklardan yoksun kalmış bir dünyada insan kendisini yabancı bulur. Felsefece intihar bir kabullenmedir.
Başkaldırının romanıdır Veba. Başkaldıran kahramansa Dr.Rieux. Akıl insanın elinde tek araç ve evrendeki durumumuzla ilgili aydınlanma isteğiyle insanın bulduğu tek şeydir. İnsanın bulduğu tek gerçekliktir akıl. O halde bu gerçeğe sıkı sıkı bağlanmamız gerekir. Bulabildiğimiz tek aydınlanma budur. Absürtün bilincine varmış insan tanrıya bel bağlayamaz. Tanrıyla ilgilenemez. Çünkü Tanrı benim koşulumu aşıyor, der.Kendi koşulum dışındaki bir anlamın benim için anlamı yoktur. Ben çözmeye çalışıyorum ama hep bir imge geliyor önüme. Absürt insan bir kesinlik arar ama bu dünyanın kesinsizliğini bulur. Bu hiç olmazsa bir kesinliktir. Bununla yaşayamaz mıyız? Ne intihar edeceğiz ne de tanrıya sığınacağız. Başkaldırma insanla, kendi kararlılığının sürekli karşılaşmasıdır. Absürt ile savaşmaya devam edeceğim der.
Başkaldıran insan kimdir? “Hayır” diyen biridir. Sadece hayır değil bu eveti de içinde barındırır. Hayır demek başka tarzda bir evet demektir. Başkaldırma bir değeri çağırır. Köle bu güne kadar efendisine hayır demedi. Kölelikten kurtulup ben de efendi olacağım demek değil bu. Kendi varlığımızı ve başkaldıranın varlığını da doğruluyorum. Başkaldırma hayır demektir. Ormanda ağaçlar içinde bir ağaç, hayvanlar içinde bir kedi… Ne olsaydım da bu yaşamın bir anlamı olurdu? Elbette uyumsuzluk arasında başkaldırarak var olurdum.
“Başkaldırmayla evrensel bir insan niteliğine kavuştum” Tarihte kötülük, doğada güzellik var. İşte insan mutlu ölmeli.
4 thoughts on “ALBERT CAMUS VAROLUŞÇU FELSEFE BAĞLAMINDA UYUMSUZ İNSAN VE BAŞKALDIRI / BARAN ARSLAN”
Harıkasın. Çok değerli bir analiz olmuş. Eline sağlık dostum
Güzel bir yazı ve eklenecek çok detay var bu konuya. Önemli bir başlık çünkü. Devamını bekleriz. Başarılar.
Okudum, iyi bir yazı olmuş, eline sağlık Baran.
Bir solukta okudum, bravo..