ABAJUR / SAMLE ÇAĞLA
Daha kapıdan içeriye adımımı atar atmaz abajurum Adiloş’un yine çenesi düştü. Hele de yıllar önce beni yol kenarına bir parça ekmek gibi bırakıp giden vefasız sevgilim Cem’i hatırlatmasa olmaz:
“Beni hediye olarak alıp getirdiğin gün nasıl da sevinmişti Cem?.. “Ne kadar zevklisin Sunam, ne kadar güzel bir lamba bu?.. Hele de abajurun yarısının ışık vermemesi, arayıp da bulamadığım işlevsellikte. Böylece geceleri seni uyuttuktan sonra rahatça kitap okuyabilirim artık.” demişti Cem gitmeden önce. Sonrasını biliyorsun, her gece derdini bana döktün, bazen ışığımda, bazen karanlığımda ağladın ağladın…
Ben sendim artık, sen de ben. Aynı duygular, aynı heyecan, aynı korkular ve aynı biz dediğimiz yaşantılar. Şimdi bana git deseler, gidecek yerim yok. Peki, senin var mı? Yukarıdan istediğimiz her şey aslında aşağıdaki insanların elindeymiş. Yanlış yere bakıp yanlış tanrılara avuç açmışız.
Neyse, ben yorgunum kızım bugün, biraz da sen anlat, neler yapıyorsun son günlerde?”
“Ah hep aynı ya… Artık yaşlandım evet, unutuyorum hayata dair aklımda ne varsa. Kötü insanları unutuyorum örneğin daha iyilerini görünce. Meselâ geçen gün sokağımızdaki sahipsiz hayvanları besleyen Figen teyzeden sonra sahici sandığım tüm işe yaramaz insanları unuttum. İyi geliyor bu bana. Nerede vefasızlık görsem unutuyorum onu.
Yaz biterken malum akşam olunca erkenden hava kararıyor. Karanlık, grimsi havayı da hiç sevmem oldum bittim. Merdivenleri çıkıp, anahtarı kapı deliğine sokup hızlıca anahtarı çevirip kapıyı açıyorum. Oh be dünya varmış, insanın evi gibisi yokmuş , nihayet hava kararmadan eve girdim, diyorum. Her zamanki gibi Adile Sultan, yani sen, içeriden sesleniyorsun, “Sen mi geldin Suna?” Eee bu saatte kim olacak başka, diyorum. Banyoya koşup ellerimi yıkıyorum. Adile Sultan yine dayanamıyor “Gençken de böyleydin, saatlerce el yıkardın, büyüdün hâlâ aynısın.”
“Eeee…” diyorum, “Can çıkar huy çıkmaz, ahretliğim, dünya böyle.” Sonra mikrofonu sen kapıp,
“Söyle bakalım günün nasıl geçti Suna?”
“Aman hiç sorma Adiloş, müdür tüm gün hepimizi fırçaladı.”
“Niye ki?..”
“Niye olacak, matematik öğretmeni ile Türkçe öğretmeni çocuklara not verirken cimri davranıyormuş, müzik öğretmeni lay lay lom yapıyormuş.
“Şarkıya ‘lay lay lom’ mu diyor sizin müdür?”
“Evet, Adiloşum”
“Peki senden şikayeti neymiş?”
“Ben de yüksek sesle ders anlatıyormuşum, diğer sınıflar rahatsız oluyormuş. Ne yapayım çocuklar yaramaz, dikkati kendime çekiyorum dersi dinlesinler diye. O yüzden de yüksek sesle anlatıyorum.”
“Desene hepiniz fırçayı yediniz.”
“Yedik fırçayı vallahi.”
“Sen ne yaptın tüm gün evde Adiloşum?”
“Ben akşama kadar ayaktaydım, annen bir dizi açtı onu seyrettik. Komşular geldi kahveye, hele o kocası müfettiş olan Esma var ya, işte onun minik kızı beni çok sevdi, yanımdan hiç ayrılmadı, sağıma geçti, soluma geçti, başımı okşadı, ben de pek bi sevindim.”
“Aman Adiloş ‘um ben de gençken senin başını okşardım.”
“Sen büyüdün artık, o kadar ilgilenmiyorsun benimle…”
“Aaa!.. Deme öyle, bak küserim sonra.
Biraz önce ‘Çok yoruldum, tüm gün ayaktaydım.’ demedin mi, dur da ayaklarını ovayım, dinlenirsin belki.”
“Yok yok, istemez, birazdan görevim başlar, bas hele şu düğmeye ev aydınlansın.
Sen ve öğretmen arkadaşların tüm gün çocukları aydınlatmaya çalışıyorsunuz, ben de akşam olunca seni aydınlatayım sıradan bir abajur olarak…” dedi Adiloş. Onu biraz temizleyeyim de sevinsin garip diye banyoya götürdüm. 4am sağını solunu bir güzel temizleyip lavabonun üzerine koyuyordum ki elektrikler kesildi. Adiloş ‘un elimden kayıp gitmesiyle betona düşüp tuz buz olması bir oldu.
Karanlıkta Adiloş ‘un parçaları ayaklarımı kesip beni kanlar içinde bırakmasına bile üzülmedim ama yıllardır ona döktüğüm dertlerimin bir anda yok olması, nice romantik gecede Cem’le yaşadığımız hatıraların yegane tanığının da yok oluşuyla sevgiliyi de sonsuza kadar kaybettiğimi düşünüp çığlık çığlığa ağladım saatlerce.