LOADING...

En üste git

Temmuz 28, 2023

YÜZSÜZ / DEMET EŞMEKAYA SELÇUK

                                                                   

 

Bir uçurumdan savruldum. Kimler var sağımda solumda bilmiyorum. Ağır bir yük altında gibiyim, elim kolum bağlı. Gözümü açmaya çalışıyorum, gözkapağım direniyor, avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum, dudaklarım aralanmıyor. Rüyadayım belki. Çocukken annemin anlattığı örs basma hikayeleri geliyor aklıma. Uykunun en tatlı yerinde örs insanın üstüne abanırmış. “Gözünü açamayan, bağıramayan insan, örs üstündeyken kımıldayamaz” bile derdi annem.  Evet, kesin örs bastı beni, birazdan geçecek, gözlerim açılacak. Bedenim hafifleyecek, istediğim gibi bağırabileceğim. Biran önce geçsin istiyorum,  bitsin, biran önce uzaklaşayım bu psikolojiden. Olmuyor. Ayak parmaklarımdan başlayıp, kafa derime kadar, her yerim sancıyor. Kısa süreli yaşadığım sessizlik, büyük bir gürültü ile parçalanıyor. Ayak sesleri duyuyorum sağa sola koşturan,  kulağımın dibinde birileri bağırıp çağırıyor.  Canım daha çok yanmaya başlıyor, içim çekiliyor ağrıdan, ‘of’ bile diyemiyorum. Sesim çıkmıyor. Bu örs basması değil. Korkuyorum. Garip bir uğultu var ve insanların ne dediklerini, ne için bu kadar hararetli konuştuklarını anlayamıyorum.

Ne kadar sürüyor bu belirsizlik, ben ne kadar taşlaşmış bedenimle orada kalıyorum bilmiyorum. Başımdan çok kötü şeylerin geçmiş olduğundan artık eminim. Hep uyusam, acım hafifleyecek.  Kulağıma çalınan ‘kömür gibi’ tanımlaması ile bir şeyler canlanıyor zihnimde. Düşle gerçek ara ara yer değiştirse de bir şeyler anımsıyorum sanki o anda. Bir yangının orta yerindeyim, kim var yanımda yöremde, görüntüler bulanık. Yoksa Madımak’ta mıyım? diye geçiriyorum içimden. Değil, biliyorum Madımak yıllar önce başlayıp,  dumanı hiç sönmeyen bir yangın… İçim yanmıştı o zaman, şimdi canım yanıyor, etimi dağlıyorlar. Sivas’ı anımsadım diye mi bilmiyorum, burnuma yanık et kokusu doluyor. Bu koku yaşamımda bir ilk, belleğim beni yanıltmıyorsa daha önce böyle bir koku ile karşılaşmadım.  Bir gözümü açabilsem… Bir belimi doğrultup etrafıma bakabilsem… Ha gayret yelteniyorum, bedenim kaskatı.  ‘Kömür gibi’ olan ben miyim? Ürperiyorum. Bu dayanılmaz koku benden mi geliyor? Etrafımda ki bu telaş, bu koşuşturma benim için mi? Ah nerede olduğumu bir anımsayabilsem… Böyle düşündüğüm anda mucize gibi parmaklarıma dokunan bir elle az da olsa rahatlıyorum. Sesi ağlamaklı bir kadın dudağını kulağıma yaklaştırarak, “Merak etme, her şey yoluna girecek” diyor. Beni hastaneye götürüyorlarmış. Kendimi zorlayıp konuşmaya çalışıyorum, inilti şeklinde çıkıyor sesim. Kadın tekrar dokunuyor ellerime, “geçecek” diyor. Sonrasında batırılan iğneyle bir süre uyuyorum.

Araçtan indirilirken uyanıyorum, artık biliyorum sedyedeyim. Öncesi kesik kesik yokluyor zihnimi. Her an gelecekler beklentisiyle geçirdiğimiz gergin günler. Sürekli bizimle ilgili yapılan yalan haberler. Aç kalmadığımız, içeride silah barındırdığımız, hiçbir şekilde anlaşmaya razı olmadığımız, ölmek istediğimiz.  Rap rap ayak sesleri, şangır şungur açılan demir kapılar, silah sesleri… En sevdiklerim vardı yanımda, birlikte yola çıktıklarım. Açlığımızın bilmem kaçıncı gününde zor bela ayakta dururken çektiğimiz halaydan tek tek koparılanlar. Üzerimize atılan gazla tutuşan saçlar, eriyen etler. Sonrası sedye.  Anımsamak yüreğimi sıkıştırıyor. Her şeyi bağıra bağıra anlatmak istiyorum, çabam artıyor, olmuyor. Sesim hala inilti şeklinde çıkıyor. Çaresiz susuyorum. Birileri bağırıyor kulağımın dibinde. “Sabaha karşı yapılan Hayata Dönüş Operasyonu’nda çok sayıda ölü ve yaralı terörist… Silahla karşılık veren teröristler, arkadaşlarını öldüren teröristler, içeriyi örgüt evine çeviren teröristler…” diye devam eden cümleler… Hayata dönüş koymuşlar operasyonun adını, hayata dönüş… İçimde kocaman bir kırılma.  Benden mi söz ediyorlar yoksa başka birileri de mi var bilmiyorum.

“Kendini yakan bu terörist” cümlesini duyduğum anda yalan diye mırıldanıyorum. Sesimin anlaşılır çıkmasına mutlu oluyorum, onca acının içinde.  Bir kez daha gücümü toplayıp, tekrar “yalan”, “yalan” diyorum. O anda canımın acıması da, kaybettiğim arkadaşlarım için yanan yüreğim de hafifliyor. Ağzıma bastırılan bez ile hızla uzaklaştırılıyorum oradan. Sesi hiç dostça olmayan birisi sedyeyi kafa tarafımdan durdurup, üzerime eğilerek, “Yüzün yok biliyor musun? Bundan sonra ki hayatın yüzsüz… Hadi bakalım dört gözle beklediğin hücren seni bekler” deyip gülerek uzaklaşıyor yanımdan. Yıllar önce Ankara Sanat Tiyatrosu’nda izlediğim Eşber Yağmurdereli’nin yaşamını anlatan “Akrep” isimli oyun geliyor aklıma. Sanırım Yağmurdereli’nin yeğeni oynamıştı tek kişilik bu oyunu. Sinop Hapishane’sinde geçiyordu oyun. Gardiyanların Yağmurdereli ile konuşması yasaktı. Her gün aynı saatte gelip kapının altından hücresine demir bir tabakta yemeğini veriyorlardı. Bir gün yine yemek verme esnasında gardiyan pat diye bir şeye vurdu, Yağmurdereli, “Ne oldu?” diye sordu. Normalde asla konuşmayan gardiyan, “akrep” dedi başka da bir şey demedi. Oyunun sonrası,  gözleri kör olan Yağmurdereli’nin o tek kişilik hücrede geçirdiği belki de geçiremediği, oturamadığı, uyuyamadığı saatleri anlatıyordu. İnsanın insana zulmü bitmez diye bağırmak istiyorum, sesim içime kaçıyor.

Loading

Sosyal Ağlarda Paylaş:
Önceki Yazı

KIRK ZİFİRİ GECE KADAR / BURÇİN LAÇİN

Sonraki Yazı

EDİTÖR

post-bars

Bir Yorum Yapın