ZAMANSIZ KADIN / BARAN ARSLAN
Sirenlere varacaksın sen en önce,
Onlar büyüler yakınlarına gelen bütün insanları,
Kim yaklaşırsa bilmeden ve dinlerse onları yandı,
Bir daha evinde onu ne karısı karşılar ne de çocukları.
Odysseia, Homeros
Palmiyenin altında Akdeniz’in büyülü manzarasını seyrediyordum. Dolunay geceyi usul usul eritiyor, karanlık dalgalar arasından geçen serinlik yüzüme çarpıyordu. Üstelik yalnız değildim. Genç bir kadın, gecenin tehlikelerinden habersiz, saatlerdir kayalıklarda oturuyordu. Neden oradaydı? Hangi acılardan doğan kederler onu bu kıyılara getirmişti? Belki yolunu kaybetmişti. Ya da sadece bu efsunlu gecenin içinde olmak istiyordu. Bu kısacık düşünme anında aniden kayboldu.
Islak kayalarda güçlükle ilerleyerek onu aradım. Sisler arasından bir ses duydum. Denizin uğultusunda fısıldıyor, şarkı söylüyordu. Dolunayın altında meleğe benzeyen kanatlı kollarını açtı, gümüş gibi parlayan elleriyle beni yanına çağırdı.
Köpüren suların içine titreyerek girdim. Ona doğru yüzüyor, ulaşamıyordum. Bir görünüyor bir kayboluyor, göksel boşlukta yükseliyordu. Heyecanlanmış, nefes nefese kalmıştım.
Deli gibi bir rüzgâr esti. Issız sular başımın üzerinden geçti. Kollarım gücünü yitirdi. Gözlerim kapandı. Tuzlu, bulanık sular arasında derinlere battım. Son bir kez güçlükle gözlerimi açtım. Karanlık sadece karanlık vardı. Yüce Poseidon, ölümlüne acı artık diye haykırdım.
Son bir nefesle yüzeye çıktım. Bataklık olmaktan korkan denizin içinde uzun süre aradım, durdum. Bulamadım. Hiçbir yerde yoktu. Gelmeyecek zamanların ardına saklanmıştı.
Kendimi güçlükle kıyıya attım. Kumlara uzandım. Yaşam akıp gidiyor işte. Geçen her an bir insan ömründen daha kısa. Ertelemeye gerek yok bazı şeyleri. Daha çok mu yalvarmam gerekiyor? Aşk işte. Aşk bir yücelik aslında zamansızca yol alan, yarım kalan. Söylencelere kavuşacağım biliyorum. Eros, beni duyuyorsan aşk mızraklarını sapla artık. Göreceksin Tanrısal aşkı aşacağız.
O an dumanlar arasında yanımda belirdi. İlk defa onu bu kadar yakından gördüm. Bir aşk masalına girecek gibiydi çıplaklığı. Uzun boylu, sarı saçlı ve masumiyeti çağrıştıran çilli yanaklarıyla çok zarif bir havası vardı. Gözlerimi kapattı. Saçlarımı okşamaya başladı. O narin elleri ıslak tenimde geziyordu. Dudaklarından ruhunun tadını hissettiğim an soğuk bir esinti yüzüme çarptı, gözlerimi açtım. Korkunç sessizliğin ortasında, karanlığı giyinmiş gibiydi. Parçalanmış yüzünden ölüm maskesi inmişti. O an kan tutkulu bakışlarıyla titredim, ağzından çıkan tarih öncesi kirli bir fısıldayışla sarsıldım. Ayağa kalkmaya çalıştım.
“Kimsin sen?”
“Homeros, bana denizcileri yiyen Sirenler der.”
“Sirenler mi?”
İrin gibi akan zamanda Sirenlerrrrrrrr diyen acı çığlığım havada asılı kaldı, zamansız kıyılardan geçerek kulaklarıma çarptı.