NAZ / DEMET EŞMEKAYA SELÇUK
Herkesten, her şeyden kaçtığımı düşündüğüm bir tatil kasabasında kesişti yollarımız. Dünyanın en büyük derdiyle uğraştığımı düşünürken atmıştım kendimi bu köhne, uzak kasabaya. İçinden çıkamadığım, hangi yöne yönelsem boğulduğum sorunlarla cebelleşirken pat diye karşılaşıverdik onlarla. Kimseyi görecek halim, kimsenin derdiyle uğraşacak mecalim yok derken hayat bana büyük bir ders vermeye hazırlanıyor gibiydi
Üç gün olmuştu bu uzak, mutsuz görünümlü insanların yaşadığı kasabaya geleli. Tek tük çoluk çocuğu saymazsam, denizde de, sahilde de kimseler yoktu zaten. Sadece, akşamüstleri biraz hareket oluyordu sahilde. Gün batımına yakın, ben de dahil bir kenara ilişip bakabildiğimiz en uzak noktaya bakarak geçiriyorduk zamanı. Gökyüzü renkten renge bürünüyordu, biz denize dalıp düşünürken. Sonra yavaş yavaş dertlerle ağırlaşan kafalarıyla, herkes mekanına dönüyordu. O akşam biraz uzun kaldım sahilde. Tam kalkmaya niyetlenirken, hazmedemediğim sıkıntılardan birisine dalıyor, elim ayağım boşalıyor ve oturduğum yere mıhlanıyordum. Ben ben ile bu kadar uğraşırken, yanıma oturmuş iki kişiyi sonradan fark edebildim. Yalvaran bir kadın sesi, onun karşılığında direnen bir çocuk sesi. Her ikisi de sessizce konuşmaya çalışsalar da, konuştuklarını net duyuyordum. Anne kız çekişmesi, hiç çekemeyeceğim diye düşünerek kalkmaya yeltendim. Kadının, “Kuzum bu ameliyatı olmak zorundasın” cümlesi ile zınk diye kalakaldım olduğum yerde. Çocuk hiçbir koşulda ameliyat olmak istemediğini söylüyor, artık kimseye inancının kalmadığını tekrarlayıp duruyordu. Kadının sesindeki ton, yalvarma, çaresizlik, umutsuzluk her şeyi barındırıyordu. “Bu defa olacak, sana söz veriyorum” diyordu. Çocuk da, “Anne her defasında bana bu cümleyi kurdun, her defasında söz verdin, her defasında özürler diledin. Olmadı. Biliyorum yine olmayacak. Vazgeç, bıraksınlar artık doktorlar da benim yakamı” gibi cümleler kurarak, kadını iyice çaresiz bırakıyordu. Çocuğun hastalığını, ameliyatlarını, bu kadar direnmesinin nedenini merak ettim ama soramadım. Bir yandan dinliyor bir yandan, senin derdin sana yeter, kalk git bir acı, bir yara daha yükleme sırtına diye düşünüyordum. Ama gidemedim, zaten hiçbir zaman acı olan yerden uzaklaşamazdım, yok sayamadım etrafımdaki yaralıları. Konuşmalarından çocuğun o yıl liseye başladığını, bir ay okula gittikten sonra hastalığı nedeniyle okulu bırakmak zorunda kaldığını anladım. Çocuk durup durup, “Artık ben okula gitmek istiyorum, perdenin altından okula gidenleri izlemek istemiyorum” diyordu. Annesi her konuşmaya çalıştığında çocuk daha güçlü bir ses tonuyla anneye tokat gibi yanıtlar veriyordu. Annenin dik tutmaya çalıştığı kafası, sesiyle birlikte düşüyor, çaresizliği havada duman misali gezinip duruyordu. Böyle durumlarda karşındakini tanımasan da elinden tutabilsen, hiçbir şey demeden sadece dokunabilsen, acısını paylaştığını duyumsatabilsen, kim bilir belki minicik de olsa bir şey yapmış olursun. Ama, zor tanımadığın insana dokunabilmek, el uzatabilmek. Ben de dokunamadım, defalarca uzatmaya çalıştığım elim her defasında havada kaldı. Vazgeçtim. Kadının çaresizliğiyle olduğum yerde iyice büzüştüm. Bir süre sonra annesinin dizine uzanıp, yarı uyur yarı uyanık mırıldanmalarını duymaya başladım. “Olmayacağım” diyordu da başka bir şey demiyordu, olmayacağım. Çocuğun tümden uykuya daldığından emin olduktan sonra kadına, “Geçmiş olsun” dedim. Bana yanıt vermeden, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. İçime oturacak bir hikayeyle tanışacağımı bile bile, “Çocuğunuzun neyi var?” diye sordum. Bir buçuk yıl önce lenfoma teşhisi konulmuş. Başkentin en iyi üniversite hastanelerinden birisinde tedaviye başlanmış. Defalarca ameliyat olmuş, parçalar alınmış, haftalarca hastanelerde yatılmış ve bir yılın sonunda yanlış tedavi uygulandığı ortaya çıkmış. Çocuk tam her şey bitecek ve okula başlayacağım diye hazırlandığı süreçte, tedaviye sil baştan başlanacağını öğrenmiş. Bir başka üniversite hastanesinden hocalar bulunmuş, aynı tetkikler, parçalar, ameliyatlar… Ve yeni bir süreç başlamış. Ama artık çocuk çok yorulmuş, istemiyormuş yeni bir ameliyat, yeni bir hastane süreci. Anne çaresiz, dilinin döndüğünce anlatmaya çalışıyormuş ama nafile. Çocuğun inancı da, iyileşme isteği de kaybolmuş. Baba diye mırıldanıyorum, farkında olmadan. “Hep onun yüzünden tüm bu yaşadıklarımız” diyerek anlatmaya başlıyor kadın. Çocuğun baba yüzünden yaşadığı bir travma neden olmuş bu hastalığa. “Küçük yaşlarda, büyük sorunlar yaşattı çocuğuma” diyor. Ne olduğunu anlatmıyor, belli ki hala utanıyor babanın yaptıklarından, uzunca bir süre bakışlarını yerden kaldıramıyor. Yıllardır görmüyormuş baba çocuğunu. “Görmeyi tercih etmedi” diyor kadın. Nasıl olabilir diye geçiriyorum içimden, bir baba yıllarca çocuğunu görmeden nasıl geçirebilir onca yılı. Benim düşündüklerimi hissetmiş gibi açıklama yapıyor kadın. “Hastalık teşhisi konulduğu anda avukatım aracılığıyla haber gönderdim babasına. Durumu anlattım, ameliyat tarihini verdim. Kızımın bundan haberi olmadı ama ben gözümün altından bakındım, gelmesini bekledim, o telaşımın o korkumun içerisinde. Gelmedi. Ben çocuğumu ameliyata gönderirken iki kez yıkıldım.” . Keşke o anda kadına iyi gelebilecek cümleler kurabilseydim. “Yaranızı deştim” diyebiliyorum sadece. “Yaram hiç kabuk bağlamadı ki” diyebiliyor yarı ağlamaklı ses tonuyla. O gece orada ne kadar zaman geçirdik bilmiyorum. Nasıl kalktık, ilk kim ayaklandı hiçbir şey anımsamıyorum. Anımsadığım tek şey adımlarımızın bizi aynı pansiyona götürdüğü. Onlar da üç gündür benim kaldığım pansiyonda kalıyorlarmış ama hiç fark etmemişiz birbirimizi. Esasında en az bir hafta kalmak üzere gelmişler ama, “Naz yarın dönmek istiyor, şimdi gidip bilet bakacağım” diyor kadın. Adı Naz imiş kuzunun. Sadece “adıyla uzun yaşasın yavrunuz” diyebiliyorum, ikinci bir cümle kursam ağlamaktan korkarak. Sabah görüşmek üzere, herkes kendi odasına çekiliyor. Kadının yaşadıklarını duyumsamaya çalışıyorum, olmuyor. Nefessiz kalıyorum anında. Saatlerce Naz’ı, annesini, hiç görmediğim babasını düşünüyorum. Onlarla uğraşırken garip bir şekilde kendimden, kendi bataklığımdan uzaklaştığımı fark edip, şaşırıyorum.
Beş on dakikalık dalışları saymazsam, o geceyi uyumadan tamamlayıp iniyorum kahvaltıya. Benden kısa bir süre sonra da Naz ve annesi geliyor. Naz bir gece önceye göre sakin, ılımlı görünüyor. Annesi, bir hafta içinde Naz’ın hastaneye yatacağını söylüyor. Naz’a onu mutlaka ziyarete geleceğim konusunda söz veriyorum. O sırada kadının telefonu çalıyor, çok mutlu bir haber alıyor. Çığlık atıyor masada. Naz’ın tedavisi ile ilgili çok iyi bir gelişme olduğunu anlatıyor. Seviniyoruz hep birlikte. Naz’a, “Sana bu defa her şey çok güzel olacak” demiştim diyerek sarılıyor. Naz bana boynundaki şişlikleri gösterip, “Onlar benim yavrularımdı ama madem onlardan kurtulmadan okula falan gidemeyeceğim. O zaman bir an önce olalım bu ameliyatı” diyor. Hayat o kadar da kötü değil diye mırıldanıyorum, arkalarından el sallarken.
"NAZ / DEMET EŞMEKAYA SELÇUK" hakkında bir yorum
Demet dostun öyküleri, betimlemeleri ete kemiğe bürüdüğü karakterleri gerçekçi, Tebrikler